31 Mayıs 2012 Perşembe

ADLİ TIP KURUMU MORG İHTİSAS DAİRELERİ 1. ÇALIŞTAYI YAPILDI...


12 Mayıs 2012, Cumartesi (1. Gün)
AÇILIŞ: Adli Tıp Kurumu Başkanı Doç. Dr. Haluk İnce açılış konuşmasında, Morg İhtisas Daireleri ve Adli
Tıp Şube Müdürlüklerinde hem yapısal olarak hem de ekip-ekipman açısından yürütülen
çalışmalara değindi. İlki Gaziantep’te kurulan Otopsi Merkezlerinin yaygınlaştırılacağını,
böylece Adli Tıp Grup başkanlıklarının yanı sıra otopsilerin daha iyi koşullarda yapılmasının
sağlanacağını vurguladı. Bu çalıştayın Türkiye’de otopsilerin standardizasyonu açısından çok
yararlı olacağı ve bundan sonra da devam edeceği belirtildi. Çalıştay öncesi
katılımcılara uygulanan anket çalışmasının sonuçlarını değerlendirdi.

PANEL-1: Adli Otopsi Uygulamaları: Durum Tespiti
Doç. Dr. C. Haluk İnce tarafından yönetilen panelde İstanbul Morg ihtisas Dairesi Başkanı
Prof. Dr. Sermet Koç “Dünyadaki Uygulama Örnekleri Açısından Neredeyiz?” konulu sunumda
bulundu. “Morg İhtisas Dairesi Uygulamalarında Mevcut Durum Değerlendirmesi” konusunda
Doç. Dr. Bülent Şam “İstanbul Morg İhtisas Dairesi”, Uz. Dr. Mustafa Karapirli “Ankara Grup
Başkanlığı”, Uz. Dr. Cafer UYSAL “İzmir Grup Başkanlığı”, Prof. Dr. Necmi Çekin
“Adana Grup Başkanlığı” olmak üzere durum birimleri ile ilgili sunumlarda bulundular.
Bu panelin Prof. Dr. Necmi Çekin tarafından yönetilen “Tartışma” başlıklı oturumda yaşanılan
sorunlar ele alındı ve çözüm önerileri tartışıldı.

PANEL-2: Adli Toksikoloji İçin Örneklemede Standardizasyon (Morg ve Kimya İhtisas Daireleri
Ortak Paneli) Prof. Dr. Sermet Koç tarafından yönetilen panelin ilk oturumunda Doç. Dr. Bülent Şam 
“Adli Toksikoloji Örneklerinin Toplanmasında Olay Yeri Aşaması”, Uz. Dr. D. Oğuzhan Melez “Adli 
Toksikoloji Örneklerinin Toplanmasında Otopsi Salonu Aşaması”, Uz. Dr. Ebru Gürleyik “Adli 
Toksikoloji Örneklerinin Toksikoloji Laboratuarlarına Gönderilme Prensipleri” ve Uz. Dr. E. Esra 
Küçükibrahimoğlu “Toksikolojik İncelemeler Ve Sonuçlarının Otopsi Raporuna Yansımaları” konulu 
sunumda bulundular. Daha sonra Doç. Dr. Bülent Şam’ın yönetimde “Morg ve Kimya İhtisas Dairelerinin 
Beklentileri” başlığında birçok katılımcının soru- cevap ve katkıları ile tartışıldı.

PANEL-3: Otopsi Raporları ve Terminoloji ile İlgili Standardizasyon
Prof. Dr. Necmi Çekin tarafından yönetilen panelde “Otopsilerde Raporlama Tekniği Terminolojide
Standardizasyon” Prof. Dr. Sermet Koç, “Morg İhtisas Daireleri El Kitabı” Doç. Dr. Bülent Şam,
“Materyal ve rapor arşivlenmesi” Uz. Dr. İrfan Korkusuz ve “Adli Tıp Birinci İhtisas Kurulu
Uygulamaları ve Morg İhtisas Daireleri ile İlişkiler” Doç. Dr. İbrahim Üzün tarafından sunuldu
ve sonunda konular birçok katılımcının soru- cevap ve katkıları ile tartışıldı.

13 Mayıs 2012, Pazar (2. Gün)
İlk olarak Adli Tıp Kurumu Başkanı Doç. Dr. Haluk İnce Adli Tıp Kurumu’nun yeniden
yapılandırılması ve gelecekle ilgili hedefler konusunda görsel animasyon gösterisi ile sunumda bulundu.

PANEL-4: Olay Yeri İncelemesi ve Otopsi Öncesi Hazırlık Aşaması
Prof. Dr. Kemalettin Acar tarafından yönetilen panelde “Adli Ölüm Olgularında Olay Yeri
İncelemesi Ve Otopsi Öncesi İncelemeler (Model Önerisi)” Doç. Dr. Bülent Şam, “Otopsi Koşulları
(Otopsi Salonu ve Eklerinin Standardizasyonu, Akreditasyonu); Ekip, Ekipman, İş Akış Şeması vb.
Konular” Uz. Dr. Murat N. Arslan, “Otopsi teknisyeni ve diğer görevlilerle ilişkiler (ekip çalışması)”
Uz. Dr. M. Feyzi Şahin ve “Adli Tıp Asistan ve Uzmanlarının Oryantasyon Eğitimi” Uz. Dr. Gözde Şirin
tarafından sunuldu. Toplanın sonraki kısmı çalıştaylar şeklinde aşağıdaki gibi gerçekleşti:

ÇALIŞTAY-1: Otopsi tekniği, postmortem incelemeler için örneklerin alınması
Çalıştay Yöneticileri: Doç. Dr. Bülent Şam/ Doç. Dr. Abdi Özaslan Otopsi Tekniği Rutin/Özel Yaklaşımlar
(Görsel Materyal Destekli), Uz. Dr. Murat N. Arslan/ Uz. Dr. Oğuzhan Melez/ Uz. Dr. Serdar Özdil
Histopatolojik, Mikrobiyolojik ve Biyolojik İncelemeler Açısından Örnekleme ve Laboratuarla İlişkiler
(Görsel Materyal Destekli), Uz.Dr. Mehmet Özbay/ Uz. Dr. Abdullah Avşar

ÇALIŞTAY-2: Özellikli Bazı Olgu Türlerinde Otopsi ve Postmortem İncelemeler
Çalıştay Yöneticileri: Doç. Dr. Önder Şahin / Uz. Dr. Taner Daş Ateşli Silah Yaralanmalarında Otopside
Yaklaşımlar ve Laboratuar İle İlişkiler (Görsel Materyal Destekli), Uz. Dr. Erdem Okdemir Kardiovasküler
Sistem Açısından Örnekleme ve İnceleme Yöntemleri (Görsel Materyal Destekli ve Uygulamalı): Uz. Dr.
Arzu Akçay Turan Merkez Sinir Sistemi Açısından Örnekleme ve İnceleme Yöntemleri (Görsel Materyal
Destekli ve Uygulamalı), Uz. Dr.Ferah Anık Karayel Bebek Ölümlerinde Otopside Yaklaşımlar ve
Örnekleme (Görsel Materyal), Uz. Dr. Ayşe Özgün

ÇALIŞTAY-3: Çürümüş ve Riskli Olgularda Otopsi ve Postmortem İncelemeler
Çalıştay Yöneticileri: Yrd. Doç. Dr. Fatih Yağmur/ Uz. Dr.Cafer Uysal İleri Derecede Çürümüş,
İskeletleşmiş Cesetlerde İnceleme Yöntemleri (Görsel Materyal Destekli), Uz. Dr. Ö. Rıfat
Demirelli/ Uz. Dr. A.Selçuk Gürler Kemik, Kıl, Diş İncelemeleri (Görsel Materyal Destekli ve Uygulamalı),
Uz. Dr. M. Feyzi Şahin/Uz.Dr. Mehmet Cavlak/ Dr. Hüseyin Afşin Entomolojik İncelemeler İçin Olay
Yerinde ve Otopside Örneklerin Alınması (Görsel Materyal Destekli ve Uygulamalı), Uz.Bio. Yasemin
Yüksel Çavuşoğlu Otopside Enfeksiyon Riskleri ve Koruyucu Önlemler (Görsel Materyal Destekli),
Uz. Dr. Nihan Ziyade/ Uz. Dr. Safa Çelik

KAPANIŞ KONUŞMALARI: Toplantılar ile ilgili izlenimler ve gelecek çalıştaylar ile ilgili
öneriler dile getirildi.

Yayın Tarihi: 25.05.2012


Kaynak: http://www.atk.gov.tr/haber25.05.html


İLGİLİ RESİMLER

T.C. CUMHURBAŞKANLIĞI DEVLET DENETLEME KURULU, ADLİ TIP KURUMU DENETLEME RAPORU 2010...


T.C. 
CUMHURBAŞKANLIĞI 
Devlet Denetleme Kurulu


DENETLEME RAPORU


Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’nın 2007, 2008 ve 2009 Yıllarına Ait 
Faaliyet ve İşlemlerinin Denetimi ile Adli Tıp Kurumu Hizmetlerinin 
Etkin ve Verimli Şekilde Yürütülmesinin ve Geliştirilmesinin 
Sağlanması 


Tarihi   : 01/07/2010 
Sayısı    : 2010/12
10

...
TESPİT VE ÖNERİ 21 -  Kurum’un İstanbul’da bulunan merkez hizmet binası, gerek 
büyüklüğü gerekse havalandırma ve ışıklandırma gibi özellikleri bakımından ihtiyacı 
karşılayamamakta olup; bu durum, temel olarak, söz konusu binanın başka bir amaç doğrultusunda inşa edilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Binanın ve üzerinde bulunduğu arsanın durumu dikkate alındığında, sorunların “tadilat” yoluyla giderilmesinin de mümkün olmadığı değerlendirilmektedir. Yerleşim planlarının iş akış süreçlerine uygun hâle getirilmesi, personelin sağlıklı bir ortamda görev ifa edebilmesinin sağlanması ve bunlara bağlı olarak Kurumsal hizmetlerin daha etkin bir biçimde yürütülebilmesini teminen, Kurum’un, misyon ve vizyonuna uygun şekilde planlanacak ve ihtiyaçlarını tam olarak karşılayabilecek mahiyet taşıyan yeni bir binaya kavuşturulmasının gerekli olduğu düşünülmektedir.  

Ayrıca, hizmet binasının durumu bakımından var olan sorunların yanı sıra Kurum, teknik donanım bakımından da bazı sorun ve eksikliklerle (internet bağlantılarının zayıflığı, elektronik kütüphanelerin hiç birisine üyelik tesis ettirilmemiş olması, Trafik İhtisas Dairesinin ihtiyaç duyduğu simülasyon yazılımlarına sahip olmaması; UYAP sistemi dışında bağımsız bir bilgi işlem sisteminin bulunmayışı gibi) karşı karşıya bulunmakta olup; bütün bu sorunların da yapılacak
etkili bir planlama çerçevesinde giderilmesi gerekmektedir. 

TESPİT VE ÖNERİ 22 -  Adli Tıp Kurumu bünyesinde yürütülen çalışmalarda ayrıca, 
Kurum bünyesindeki birimlere ya da belirli bir konuya özgü bazı hukuki hata (sanık ya da 
şüpheli konumunda olmayan kişilerin de gözlem altına alınmakta olması; Dördüncü İhtisas 
Kurulu toplantılarına Gözlem İhtisas Dairesi Başkanı yerine bu Dairede görevli bir uzmanın 
katılmakta olması; Üçüncü İhtisas Kurulu’nca karara bağlanan vakalarla ilgili 
psikolojik/psikiyatrik muayeneleri gerçekleştiren uzmanlara, bu vakalara dair raporlara imza 
attırılmaması; Ankara Grup Başkanlığı bünyesindeki Trafik İhtisas Dairesince verilen raporlarla 
ilgili konuların (gerekli hâllerde) İstanbul’daki Trafik İhtisas Dairesi bünyesinde oluşturulan 
“Genişletilmiş Uzmanlar Kurulu”na intikal ettirilmekte olması) ya da sorunlu durumlar (izinli 
olunan dönem içerisinde döner sermaye ödemelerinden yararlanılamaması nedeniyle, 
personelin izin haklarını kullanmaktan imtina etmekte olması; Fizik İhtisas Dairesi’nin yoğun bir 
biçimde personel ihtiyacı içerisinde olması; imzanın nasıl atılması gerektiğine dair bağlayıcı bir 
düzenlemenin bulunmaması; aynı dosyanın Kurum’a her  gelişinde farklı bir AT numarası 
verilmek suretiyle takip edilmekte olması) tespit edilmiş olup; anılan konulardaki sorunların 
çözülmesi ve mevzuata aykırılıkların giderilmesi icap etmektedir. 

TESPİT VE ÖNERİ 23 - Kamuoyunun gündemine gelmiş bazı olaylar üzerinden hareket 
edilmek suretiyle, Adli Tıp Kurumu’nun işleyiş biçimi ve vermiş olduğu bazı kararlar, sıklıkla ve 
yoğun bir biçimde eleştirilmektedir. Denetim çalışması kapsamında, söz konusu olayların 
Kurum’a intikal ettirilmesinden sonra bu Kurum bünyesinde yürütülen işlemler, konunun idari 
boyutu ile sınırlı olmak üzere incelenmiş olup; bunlardan bir kısmının, Kurum’un genel 
sorunlarından kaynaklandığı, bir kısmının oluşmasına  sebebiyet veren eksikliklerin 
giderilmesini teminen bazı tedbirler alındığı, bir kısmının da yargı organlarına intikal ettirildiği 
ve sürecin tamamlanmış ya da devam etmekte olduğu anlaşılmıştır.  

Ayrıca, denetim dönemi içerisinde Devlet Denetleme Kurulu Başkanlığı’na intikal eden 
çok sayıda şikâyet dilekçesi mevcut olup; aynı hususlar bu şikâyet dilekçeleri için de geçerlilik 
arz etmektedir. Öte yandan, sözü edilen dilekçelerin  bir kısmında, Kurum tarafından verilen 
kararların doğru olmadığı ve bu konuların yeniden incelenmesi gerektiği yönünde görüş ve 
itirazlar dile getirilmektedir. Bu türden şikâyetler  hakkında (bunların incelenip karara 
bağlanmasının yargısal mercilerin yetkisi dâhilinde olması nedeniyle) tarafımızdan herhangi bir 
inceleme yapılmamış olup; anılan dilekçelerin (gereğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılıkları 
tarafından genel hükümlere göre takdir ve ifası sağlanmak üzere) Devlet Denetleme Kurulu 
Başkanlığı tarafından Adalet Bakanlığı’na intikal ettirilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir. 

Yukarıda özetlenen ve ayrıntıları Rapor’un beşinci bölümünde yer alan mevcut sorunlara 
yönelik tespit, değerlendirme ve öneriler ile bilirkişilik hizmetleri ve buna dair kurumsal 
yapıların geliştirilmesi/iyileştirilmesi amacıyla alınması gereken uzun dönemli tedbirlere ilişkin 
önerilerin gereğinin –Başbakanlık (İdareyi Geliştirme Başkanlığı) ve Adalet Bakanlığı tarafından–
yapılmasını temin maksadıyla, Rapor’un, Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında 
Kanun’un 6 ncı maddesi uyarınca Başbakanlığa gönderilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine 
varılmıştır. 


BİTTİ...

Sezaryen, kürtaj, Uludere; hekimleri, hastaları, sağlığı kullanmak: HİÇ OLMAZSA SINIRI YOK MU?


altTTB Merkez Konseyi, TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu, Ankara Tabip Odası ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kürtaj ve sezaryen ile ilgili olarak yaptığı açıklamalarına ilişkin olarak bugün TTB'de bir basın toplantısı düzenlediler. 
TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu, TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Feride Aksu Tanık, TTB Merkez Konseyi üyeleri Prof. Dr. Gülriz Erişgen, Doç. Dr. Özlem Azap, TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu'ndan Dr. Filiz Ak ve Ankara Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Özden Şener'in katıldığı basın toplantısı, Prof. Dr. Feride Aksu Tanık'ın, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü'nün Türkiye'deki kürtaj ve sezaryen rakamlarına ilişkin verilerini ve dünyada kürtaj-sezaryan uygulamalarına ilişkin tabloyu içeren sunumu ile başladı. Basın toplantısında, kürtajın yasaklanmasının anne ölümlerinin artması anlamına geleceği vurgulandı. 
Basın açıklamasının okunmasının ardından konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu, sunumda da görüldüğü gibi kürtajın Türkiye'de önlenemez artışı olduğuna dair bir veri olmadığını, istenmeyen gebeliğin sonlandırılmasının kadının vereceği bir karar olduğunu, söz konusu işlemin bir sağlık hizmeti/ tıbbi işlem olduğunu, kadının gebeliğin sonlandırılmasında sağlık hizmeti sunan bir kişi ile  işbirliği olmamasının ana ölümlerinin artmasına yol açacağını söyledi. Başbakan'ın kürtajı "cinayet" olarak değerlendirdiğini anımsatan Bilaloğlu, "Kim işliyor bu cinayeti? Bu sorunun cevabı verilmek zorundadır. Kadın mı işliyor? Böyle bir kararı vermek kadın için duygusal yönden de son derece ağırdır. Başbakanın yüreği bir ananın yüreğinden, bir kadının yüreğinden daha mı duyarlıdır? Cinayeti işleyen fiilen hekim midir? Yasal bir tıbbi girişimde cinayet sözcüğü ile hekimi yanyana getiren bir ifade kullanmak, hekimi hedef göstermek değil midir? Bir tıbbi girişimi cinayetle birleştirmekteki amaç nedir?" diye konuştu. 

Basın toplantısı görüntüleri
30.05.2012

BASIN AÇIKLAMASI
Sezaryen, kürtaj, Uludere; hekimleri, hastaları, sağlığı kullanmak:
HİÇ OLMAZSA SINIRI YOK MU?
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı, 26 Mayıs 2012’de basına yansıyan bir açıklamada bulundu ve özetle şunları söylemiş oldu:
•          Sezaryenle doğum; ülkenin nüfusunun artmaması için ve para kazanmak için yapılan bir işlemdir.
•          Kürtaj ile gebeliğin sonlandırılması ile yeni doğmuş bir bebeği öldürmek arasında fark yoktur; her ikisi de cinayettir.
•          Kürtaj ile gebeliğin sonlandırılması, sezaryen “bu milleti” dünya üzerinden “silmek” için uygulanan planın bir parçasıdır.
•          Uludere’de 34 kişinin öldürülmesi bir cinayettir. Kürtaj girişimi bir cinayet biçimidir.
Dolayısıyla bir kürtaj girişimi ile Uludere olayı birbirine eş derecede ağır ahlaki sorunlardır.
Bu sözler üzerine; “Tam olarak ne söylenmeye çalışıldı?”, “Kişisel görüş mü açıklandı?”, “Sezaryen nasıl bir nüfus planlaması aracıdır?”, “Bir “milleti” yeryüzünden silmek mümkün müdür?”, hekimler/sağlıkçılar nelere “alet” oluyor? gibi sorular doğması üzerine, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ertesi gün basına bir açıklama, daha doğrusu tercüme yaptı: ‘Başbakan sezaryenden söz ederken elbette anne ve bebek yaşamının kurtarılması için tıbben zorunlu olduğu durumlar dışında yapılan girişimler kastediyordu’. ‘Gebeliğin sonlandırılmasına dair görüşleri ise, korunmasız cinsel ilişkiyle oluşan gebelikler ile ilgiliydi’
Meseleye akıl ve bilimin penceresinden bakmakta ve yanlış bilgileri düzeltmekte yarar görüyoruz.
Dünyada anne ölümlerinin üçte bire yakını güvenli olmayan düşüklerin sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Düşüklerle/kürtajla ilgili katı yasaklamaların olduğu ülkelerde yasa dışı ve güvenli olmayan koşullarda girişimler/düşük talebi ve başvuruları artmaktadır.
Ülkemiz geçmişte modern yöntemlerle korunamadığı ve sağlıklı koşullarda kürtaj yaptıramadığı için kendi kendine çocuğunu düşürmeye çalışan birçok kadının ölümüne şahit olmuştur.  Nüfus artışının teşvik edildiği dönemlerde Sağlık Bakanlığı’nın bünyesinde oluşturduğu komisyonun hazırladığı raporda sağlıksız koşullarda gerçekleştirilen kürtajların yüksekliğine vurgu yapılmakta ve anne ölümlerinin yüksekliği arasında ilişki kurulmaktadır.
Ülkemizde 1983 yılında kabul edilen 2827 sayılı Aile Planlaması yasası ile üreme hakkı ile ilgili önemli gelişmeler sağlanmış, Türkiye’de kadın sağlığında çok olumlu gelişmeler gerçekleşmiş ve anne ölümleri dramatik bir biçimde azalmıştır. Şimdi bu yasanın değiştirilmesi planlanmaktadır. Bu plan adım adım ülkemizin hafızasında kamu yararına ne varsa silinmesi ve hafızanın yeniden yaratılması çabalarının bir parçasıdır.
Yasa sonrası en önemli kazanımlardan biri seksenli yıllarda anne ölümlerinin en temel nedeni olan istenmeyen gebeliklerin tıbbi olmayan yaklaşımlarla sonlandırılmasının azalması olmuştur. Yasa sonrası isteyerek düşüklerin artabileceği yönünde ortaya atılan endişelerin yersiz olduğu zaman içerisinde görülmüş ve isteyerek düşük hızının doksanlı yıllardan itibaren belirgin bir biçimde azaldığı izlenmiştir. Sayılarla ifade etmek gerekirse 1993 yılında 100 gebelikte 18 iken 2008 yılında 100 gebelikte 10’a gerilemiştir.  2008 yılında dönemin Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan “KADININ STATÜSÜ VE SAĞLIĞI İLE İLGİLİ GERÇEKLER” başlıklı raporunda da belirtildiği gibi; “isteyerek düşükleri daha da azaltmanın yolu, onu yasa ile yasaklamak olmayıp, gebeliği önleme yöntemlerinin yaygın ve ulaşılabilir olarak verilmesidir”. Dolayısıyla kürtaj hakkı kadınlar için bir yaşam hakkıdır.
Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının en çarpıcı sonucu sağlık hizmetlerinden yararlanmada ortaya çıkmakta, kadının statüsünün düşük olması en fazla doğurganlık davranışını etkilemektedir.  Üreme hakları ile ilgili uluslar arası gelişmeler, insanların üreme yeteneğine ve bunu ne zaman ve nasıl gerçekleştireceklerine karar verme özgürlüğüne sahip oldukları noktasında birleşmektedir. Buna göre, bireylerin ve çiftlerin çocuklarının sayısı ve aralığına özgür ve sorumlu bir biçimde karar vermelerine olanak sağlanmalıdır. Bu amaçla gerekli bilgiye sahip olabilmeleri, üreme ve cinsel sağlık standardına en iyi düzeyde ulaşabilmeleri, şiddet, baskı ve ayırımcılık olmaksızın kararlarını verebilmeleri ve üreme çağı boyunca üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanabilmeleri temel insan hakları kapsamında ele alınmaktadır.
İstenmeyen gebeliklerin oluşmaması için Aile planlaması hizmetlerinin nitelikli ve erişilebilir olması gerekir. Sağlıkta Dönüşüm programı ile gündeme gelen katkı, katılım payları, kullanıcı ödentileri bu hizmetleri de bedelli hale getirmiştir. Ülkemizde doğurgan çağ kadınların % 27’si geri çekme gibi etkin olmayan geleneksel bir yöntemle korunmakta, % 26’sı ise hiçbir yöntem kullanmamaktadır. Bu veriler ülkemizde istenmeyen gebeliklerin olma olasılığının yüksek olduğunu göstermektedir.
Öte yandan uygulanan sağlık politikaları nedeniyle Aile Planlaması hizmetlerinde karşılanmayan gereksinim hızla artmaktadır. Karşılanmayan gereksinim demek istenmeyen gebelik riski demektir. Hem Hükümetin uyguladığı sağlık politikalarıyla aile planlaması hizmetleri de dahil birinci basamağı ücretli hale getireceksiniz, aile planlaması hizmetlerinde karşılanmayan gereksinim artacak, hem de istemediği halde kadınlar doğurmak zorundadır diyeceksiniz. Bu kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Çünkü biliyoruz ki kürtajın yasak olduğu ülkelerde kadın ölümleriyle sonuçlanan uygun olmayan koşullarda kürtaj girişimleri söz konusudur. Bu nedenle temel bir insan hakkı olan üreme hakkı kapsamında üremenin zaman ve sıklığına karar verme ve istenmeyen gebeliğin sonlandırılması hakkı aynı zamanda kadınların yaşam hakkıdır.
Tarih boyunca kadınların cinsellikleri ve doğurganlıkları denetlenerek nüfus politikaları oluşturulmuştur. Nüfusu arttırma ve azaltma girişimleri kürtajın yasaklanması veya serbest bırakılması girişimleriyle paralellik taşımaktadır. Tarihte faşizmin hüküm sürdüğü ülkelerde aile planlamasının da engellenmesinin söz konusu olduğunu biliyoruz, bir sonraki hamlenin bu olacağı kaygısını taşıyoruz.
Kürtajı yasaklama girişimi kadını birey olarak görmeyen bir anlayışın sonucu olarak, kadının bedenini, cinselliğini, doğurganlığını denetleme arzusudur. Bu denetim aile içinde erkek şiddeti yoluyla sürmektedir. Devlet de zor yoluyla kadının bedenini ve cinselliğini denetleme arzusunu ifade etmektedir. Kadın bedeninin denetlenmesi, yeni muhafazakarlığın 3- 5 çocuk yoluyla kadınları eve kapatma, aile yoluyla denetleme ve devletin ortadan kalkan sosyal rolünü kadınların sırtına yıkma girişiminin de bir parçasıdır. Eve kapatılan kadının görünmez kılınan emeği ile devletin çocuk, yaşlı, hasta bakımı gibi tüm sosyal sorumluluklarını taşıması beklenecektir. Eve kapatılan kadın birey olarak kendini gerçekleştirme, ifade etme olanaklarından yoksun kalacak, ekonomik açıdan eşine bağımlı olacaktır.
Sezaryen normal doğumla gerçekleşemeyen doğumlarda annenin ve bebeğin sağlığını korumak amacıyla uygulanması gereken cerrahi bir girişimdir. Asla normal doğuma ne anne ne bebek sağlığı açısından üstün değildir.
Türkiye’de sezaryen oranları 1988’de %5.7, 1998’de %21 ve 2010 yılı itibariyle %45’in üzerinde olup gerçekten de oran olarak dünyada en önde gelen yüksek oranlar arasındadır. OECD verilerin göre Türkiye’de sezaryen oranı 2006’da %29.7 iken 2009 yılında %42.7’ye yükselmiştir. Bu artış ne tesadüftür ki sağlıkta dönüşüm programına denk gelmektedir. Sağlıkta dönüşüm programının hastayı müşterileştiren, müşteri memnuniyetini en öne koyan, performans puanları/ciro endeksli, talebi kışkırtan, ameliyat sayılarının artışıyla övünen, özel hastane patlaması yapan süreciyle ilişkisi değerlendirilmelidir.
Ancak sezaryen uygulamasını cinayetle eşleştirmek sınır ötesi müdahaledir. Çünkü tıbbi gereklilikle uygulanan sezaryen doğumlar annenin ve bebeğin yaşamını kurtarmak için eldeki en önemli olanaktır. Sağlık hizmetini talep/kar üzerinden değil, gereksinimler üzerinden kurgulamadıkça sorunları çözmek olanaksızdır. Başbakan haksız yere hekimleri hedef göstermekte ve sağlıkta artan şiddeti daha da arttıracak bir söylemin baş aktörü olmaya devam etmektedir.
Sonuç olarak sezaryen, kürtajla gebeliğin sonlandırılması ve yaşamın değerine dair tartışmalar Tıp Etiği alanında da sürmektedir. Tartışmaya herkes katılabilir; fikrini söyleyebilir. Katılanlar belli makamlardaki kişilerse beklenti bilgiye dayalı ve sorumlu bir yaklaşımla tartışmaya dahil olmalarıdır.
Bir kez daha bilinmelidir ki istenmeyen gebeliğin sonlandırılması bir sağlık hizmetidir. Sağlık hizmetidir; çünkü anne ölümlerini ciddi biçimde azaltır.  Bu nedenle biz hekimler bu hizmeti sunmaya yasalar çerçevesinde devam edeceğiz. Bunu yaptığımız için ne biz cani olacağız, ne de hastalarımız.
Hiçbir bilimselliği olmayan “üç çocuk-beş çocuk” söylemiyle kadınları istemleri dışında çocuk doğurmaya zorlamak, zaten dezavantajlı konumdaki kadınları daha da güçsüzleştirmek, sağlıksızlaştırmak anlamına gelmektedir.
Hastalarımızın haklarını ve hekimlik onurunu savunmaya devam edeceğiz.
Ve sürekli tekrarlayacağız:
Bizlere ve gebeliğini sonlandıran kadınlara cani diyerek,
“Milleti ortadan kaldırıyorlar” diyerek,
ULUDERE’DEKİ KATLİAMI UNUTTURAMAZSINIZ.
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ KADIN HEKİMLİK VE KADIN SAĞLIĞI KOLU
ANKARA TABİP ODASI
HALK SAĞLIĞI UZMANLARI DERNEĞİ

30 Mayıs 2012 Çarşamba

T.C. CUMHURBAŞKANLIĞI DEVLET DENETLEME KURULU, ADLİ TIP KURUMU DENETLEME RAPORU 2010...


T.C. 
CUMHURBAŞKANLIĞI 
Devlet Denetleme Kurulu


DENETLEME RAPORU


Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’nın 2007, 2008 ve 2009 Yıllarına Ait 
Faaliyet ve İşlemlerinin Denetimi ile Adli Tıp Kurumu Hizmetlerinin 
Etkin ve Verimli Şekilde Yürütülmesinin ve Geliştirilmesinin 
Sağlanması 


Tarihi   : 01/07/2010 
Sayısı    : 2010/12
9

...
TESPİT VE ÖNERİ 17 - Adli Tıp Kurumu’nun personel rejimi bakımından geçerli olan 
önemli bazı sorun ve eksiklikler mevcuttur. Adli Tıp Kurumu Kanunu’nda Başkan, başkan 
yardımcıları, ihtisas kurulları başkan ve üyeleri, grup başkanları ile ihtisas dairesi başkanları için 
4 yıllık bir görev süresi belirlenmiş olmasına rağmen, bu kişilerin görevden alınma koşullarına 
dair herhangi bir belirleme yapılmamıştır. Bunun yanında, temelde Devlet Memurları Kanunu’na 
tabi olan Kurum personeli için geçerli olacak ikincil mevzuat bakımından da ciddi eksiklikler 
(Adli Tıp Kurumu Kanunu’nda bahsedilen bazı unvanlara Kurum’a ait kadro cetvellerinde yer 
verilmemiş olması; “mühendis”, “kimyager”, “biyolog”, “psikolog”, “antropolog” gibi unvanlarla 
Kurum bünyesinde çalışacak kişiler için ihtiyaca uygun “özel koşul”lar tayin edilmemiş olması; 
Kurum personelinin merkez ve taşra birimlerinde görevlendirilmesi işlemlerine dair herhangi 
bir usul ve esas belirlenmemiş olması gibi) mevcuttur. 
 
Ayrıca, Kurum bünyesinde “mühendis” vb. unvanlar ile çalışmakta olan personel, teknik 
hizmet sınıfında bulunan “uzman” kadrolarına atanmaları hâlinde özlük hakları bakımından 
kayba uğramakta olup; bu durum nedeniyle söz konusu personel uzman (ve öncesinde raportör) 
kadrosuna atanmak istememektedir. Bu ise (raporların ancak uzmanlarca imzalanabilmekte 
olması dolayısıyla) mühendis vb. unvanlı personelin incelemesini bizzat yaptıkları konularla 
ilgili raporlara imza atamamasına ve (çoğu zaman inceleme sürecine katılmamış olan) 
“uzman”ların, kendi ihtisas alanlarına girmeyen konularla ilgili raporları imzalamak durumunda 
kalmasına yol açmaktadır.  

Anılan sorunların giderilebilmesi için, adli tıp uzmanları ile diğer tıp dallarında uzman 
olan kişiler dışında kalan ve Kurum bünyesinde bilirkişilik hizmetinin yürütülmesi safhasında 
görev yapan bütün personel kadrolarının “kariyer uzmanlık” şeklinde yeniden tanımlanması 
uygun olacaktır. Hizmetin etkin ve verimli bir biçimde yürütülebilmesi noktasında önem arz 
eden diğer bir eksiklik ise Kurum bünyesinde bugüne kadar herhangi bir “norm kadro” çalışması 
yapılmamış olmasıdır. Mevzuattan kaynaklanan sorun ve eksikliklerin giderilmesinin yanı sıra; 
merkez ve taşra teşkilatlarına dâhil bütün birimlerin kadro ihtiyaçlarının objektif kıstaslara göre 
belirlenmesini ve her birime ihtiyaca göre kadro tahsis edilmesini teminen, kapsamlı bir “norm 
kadro” çalışmasının da başlatılması gerekmektedir. 

TESPİT VE ÖNERİ 18 -  Denetimde, mevzuata ilişkin olarak yukarıda değinilen 
eksikliklerin yanı sıra atama ve nakil işlemlerinin yürütülmesinde mevcut hukuki kurallara ve 
hizmet gereklerine aykırı bazı uygulamalar (“Başkanlar Kurulu” tarafından kullanılması gereken 
bazı yetkilerin Kurum Başkanı tarafından kullanılmakta olması; Kurum’a ait kadro cetvellerinde 
yer verilmeyen, Kurumsal hizmetlerin yürütülmesinde yararlanılması da mümkün bulunmayan 
kişilerin naklen atama yoluyla Kurum kadrolarına alınması; mevzuat uyarınca yasak olmasına 
rağmen “aday memur” statüsünde olan bir personelin,  adaylık süresi tamamlanmadan önce 
naklen atama yoluyla Kurum’a ait bir kadroya atanması; benzer şekilde, mevzuata uygun 
olmamasına rağmen, mecburi hizmet kurası ile Kurum’a bağlı birimlerden birisine atanmış olan 
bir personelin geçici görevlendirmeler ve yer değiştirme suretiyle başka bir birime nakledilmesi; 
bazı kadrolara yapılan açıktan atama işlemlerinde, mevzuatta yer verilen koşulların ötesinde 
bazı özel koşullar aranması gibi) gerçekleştirildiği tespit edilmiş olup; bu tip uygulamaların 
tekrarlanmaması hususunda daha titiz davranılması gerekmektedir. 
 
Ayrıca, üniversitelerin ilgili bölümlerinden mezun olarak Kurum’un otopsi teknisyen 
yardımcısı kadrolarına atanmış olan personel ile yardımcı hizmetler sınıfında bulunan ve bu 
alanda herhangi bir eğitim almamış olmasına rağmen, öteden beri var olan ihtiyacı karşılamak 
üzere otopsi teknisyen yardımcısı olarak görevlendirilen kişiler arasında özlük hakları ve 
memuriyet unvanları bakımından hiçbir farklılık oluşturulamamış olup; eğitimli personel 
açısından hakkaniyete aykırı bir durum teşkil ettiği değerlendirilen bu durumun düzeltilmesinin 
uygun olacağı düşünülmektedir. 

TESPİT VE ÖNERİ 19 -  Adli Tıp Kurumu’nun hemen hemen bütün birimlerinde ciddi 
düzeyde personel eksikliği çekilmekte olup; Kurum’un uzman personel mevcudu, işlerin sağlıklı 
bir biçimde ve makul süreler içerisinde tamamlanmasına imkân vermemektedir. Kurum’un 
gerek merkez gerekse taşra birimlerinin tam olarak  teşkilatlanamamış olmasının en önemli 
gerekçelerinden birisini de bu husus teşkil etmektedir. Yaşanan personel eksikliği ikinci görevli 
statüsünü taşıyan uzmanlardan yararlanılmak suretiyle giderilmeye çalışılmakta ise de; bu 
şekilde Kurum bünyesinde görev alan kişilerin mesailerinin ancak kısıtlı bir bölümünü bu 
hizmet için ayırabilmekte olmaları dolayısıyla bu durum, gerek incelemelerin sıhhati gerekse 
işlerin bitirilme süresi bakımından sorunlar üretmektedir. 
 
Anılan sorunların ortadan kaldırılabilmesi için, kişilerin Kurum personeli olarak 
çalışmayı tercih etmelerine imkân verecek bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bu 
kapsamda olmak üzere, “öğretim üyesi” vasfını edinmek/korumak yönünde eğilime sahip olan 
kişilerin Kurum bünyesinde istihdam edilebilmelerine imkân sağlamak bakımından Adli Tıp 
Kurumu’nun içerisinde bir yüksek öğretim birimi ihdas edilmesinin ve Adli Tıp Kurumu 
Kanunu’nun bugüne kadar hiç uygulanmamış olan 32 nci maddesinin (burs verilmek suretiyle 
yurt içinde veya yurt dışında öğrenci okutulması ve personelin eğitim için yurt dışına 
gönderilebilmesine imkân vermektedir) işler hâle getirilmesinin, uzun vadede de olsa bu 
sorunun çözümü bakımından büyük faydalar sağlayacağı  düşünülmektedir. Ancak, anılan 
sorunun ulaştığı boyut, daha kısa vadeli bazı tedbirlerin hayata geçirilmesini zorunlu kılmakta 
olup; bu çerçevede, Adli Tıp Kurumu personeli olarak çalışmanın ekonomik bakımdan diğer 
kurumlara nazaran daha cazip hâle getirilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.
  
Ayrıca, personel ihtiyacının karşılanması noktasında bu yöntemlerin yeterli olmaması 
ve/veya ikinci görevli personelden yararlanılmasının zorunlu görülmesi durumunda; daha fazla 
sayıda ikinci görevli personel istihdam edilmesi ve bunların mesailerinin daha büyük bir kısmını 
Kurum hizmetlerine ayırmalarının sağlanması gerekmekte olup; bunun sağlanabilmesi için 
ikinci görevli personele ödenecek ücretlerin makul seviyelere çıkarılmasının faydalı olacağı 
düşünülmektedir.

TESPİT VE ÖNERİ 20 -  Denetim çalışmaları kapsamında, genel bütçeden alınan 
ödenekler ve döner sermaye bütçesinden oluşan iki kaynağa sahip olan Adli Tıp Kurumu’nun 
mali işlemleri de gözden geçirilmiş olup; netice itibarıyla, taşınır malların kayıt ve kontrol 
işlemlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak mevzuatta öngörülen sistemin kuruluş ve işleyişi 
bakımından bazı eksikliklerin mevcut olduğu; Kurum bünyesindeki döner sermaye işletmesinin 
mevcut mevzuat uyarınca kurumlar vergisi ve KDV mükellefiyeti tesis ettirmiş olması 
gerekmesine rağmen bu türden bir mükellefiyetinin bulunmadığı; döner sermaye gelirlerinin 
kurumsal ihtiyaçlara tahsis edilmesi gereken kısmının eksik hesaplandığı ve buradan 
kaynaklanan farkın personele yapılacak ödemelere aktarıldığı; mal ve hizmet alımı işlemlerinin 
çok büyük bir kısmının doğrudan temin usulü ile gerçekleştirildiği ve ihale usulleri çerçevesinde 
yürütülen az sayıda alım işleminin de çoğunlukla tek isteklinin katılımı ile yürütülüp 
sonuçlandırıldığı; ihtiyaçların miktar ve mahiyet bakımından tespiti noktasında hatalı işlemler 
yapıldığı (bazı sarf malzemeleri için birkaç yıllık ihtiyaç miktarının bir seferde temin edilmesi ya 
da alındığı günden itibaren bir kere bile kullanılmayan bir cihazın satın alınması gibi); yaklaşık 
maliyet tespitinin sağlıklı şekilde yapılamadığı; ihale dokümanında yapılan tanımlamaların 
belirli üretici firmaların ürünlerini işaret ettiği ve bazı alım işlemlerinde ihale konusu mal parti 
parti teslim alınmasına rağmen, ilk parti malın teslimi ile birlikte malların tamamı teslim alınmış 
gibi işlem yapıldığı anlaşılmış olup; anılan türden hata ve eksikliklerin tekrarlanmasının 
önlenmesi ve varsa sorumluların tespit edilebilmesini teminen, Kurum’un mali işlem ve 
kararlarının bir bütün olarak ve ayrıntılı biçimde denetime tabi tutulmasının gerekli olduğu 
değerlendirilmektedir.


DEVAM EDECEK...

Kendi Kendini Dövmek...


Prof.Dr. Ahmet Nezih KÖK
Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı
Atatürk Ünv.Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı



Son dönemlerde, Türkiye'nin 1960’lı, 70’li ve 80’li yıllarına ilişkin diziler çekilmeye ve gösterilmeye başlandı. O yılları bilinçli yaşlarında geçiren kişilerin (en azından çevremdekiler) ben de dâhil, o yıllara yönelik "Ne güzeldi o günler." ya da " "Ne iyiydi o yıllar." dediğini  duyuyoruz. Bu duygu sadece geçmişe duyulan bir özlem mi, yoksa yaşanmışlardan duyulan bir suçluluğun masum bir açıklaması mı bilemem. Ama, bilimsel manada tamamen farklı bir durum olabileceğini de kabul ediyorum.
1960’lı yılların sonunda, 70’li yılların başında yaşadığım yer, Başkent Ankara'nın en müstesna yerleşim yeri olan Namık Kemal Mahallesi idi. Mahallemizi çok severdim, mahalle arkadaşlarımla çok güzel oynardık. Hiç kavga ettiğimizi bilmem. Ama, bazen çok kısa süreli küser, daha sonra birbirimizden özür diler, tekrar oynardık.  
İlkokul öğretmenim rahmetli Seniha Seyhan'ı annem gibi severdim. Onun "Aferin” demesi benim en büyük sevincimdi. Eve gidince o gün kaç tane aferin aldığımı anneme babama söylerdim. Öğretmenim beş yıl boyunca hiç vurmadı, hiç kızmadı, ama; "Güvendiğim dağlara karlar yağdı." dediğinde  üstümden tır geçmiş gibi olurdum. Ancak şuna emindim ki, bu durumda bile öğretmenim beni çok seviyordu.
Allah sağlık versin, annem ve rahmetli babam, bana ve kardeşlerime hep ama hep dürüst olmayı, yalan söylememeyi, adaletli olmayı,  kimsenin eşyasına el uzatmamayı, devletin malını korumayı öğretti. Annem ya da babam bana hiç vurmadı, kızdı mı hatırlamıyorum, ama özellikle babam "Yazıklar olsun sana!" dediğinde, üzerimden tır geçmiş gibi olurdum. Ancak; şuna emindim ki, bu durumda bile babam beni çok seviyordu.
Sokaklarda dolaşan bekçiden ya da polisten hep güven duydum, ama onlara karşı saygılı oldum. Onlar bizim için vardı. İtfaiye aracını, ambulansı, Ankara'nın kırmızı belediye otobüsünü gördüğümde hep sevindim, inanmazsınız ama saygı duydum. İlkokul, ortaokul, lise bittikten sonra devam ettiğim ODTÜ'de, tıp fakültesinde, tıpta uzmanlık sürecinde ve hukuk fakültesinde hocalarım bana hiç “mobbing” uygulamadı. Ama, beni eleştirdiklerinde bile şunu biliyordum ki, onlar benim iyi bir hekim, iyi bir adli tıpçı, iyi bir hukukçu olmamı istiyorlardı.
Sonra baba oldum, hekim oldum, hoca oldum, hukukçu oldum. Gördüğümü uyguladım.
1990’lı yıllardan itibaren yaşamımızdaki teknolojik ve sosyal gelişmeler bizi gerçekten çok etkiledi.  Eskiden az olanlar çoğaldı. Arabalar, televizyonlar, televizyon kanalları, 3G telefonlar, “iPad”ler, “iPhone”lar çoğaldı. Eskiden çok olanlar ise maalesef azaldı. Hoşgörü, saygı, sevgi, paylaşım gibi.
Çocuklarda mahalle kavramı kalmadı, apartmanlara sıkışan çocuklarımız paylaşmayı, birlikte mücadeleyi unuttular. Sanal alemde oynadılar, sanal alemde yendiler-yenildiler, aşık oldular. “Fast-food” ile birlikte “fast-yazım”ı öğrendiler, hece düşmesini bilmeden telefon ve internet mesajlarında harf düşmesini  öğrendiler, bencilleştiler, saygı önce öğretmenlere kalmadı. Öğretmenler dövüldü.
En temel eğitimin alındığı aile parçalandı. Önce geniş aile yok edildi. Babaanne-dede evde fazlalık olarak algılandı. Anne ve baba sözlüğünden "Hayır, olmaz!" sözleri kaldırıldı. Direnenler dövüldü.
İlkokuldan beri sınavlara giren evlatları nedeni ile misafir kabul etmeyen anneler babalar, evlatlarının komşu kavramlarını oluşturmasına engel oldular. Konu-komşu dövüldü.
Tıp fakültesi öğrencileri mutlu olamadılar. Tıp fakültesi diplomasının anlamı TUS'a girişin ön şartı haline geldi, asistanlar hocalarının eleştirilerini “mobbing” anladılar. Fakültede hocalar dövüldü.
Hastalar ve hasta yakınları hekimleri düşman belledi. Dünyada ölüm yok, hekimler ölümsüzlük hizmeti veriyor sandılar. Hekimler dövüldü.
Siyasi düşüncelerini ortaya koyduklarını sanan insanlar kamuya ait otobüsleri, durakları, polis otolarını, hatta hatta ağaçları yaktılar. İnsanlar dövüldü.
Bu yazıyı sakın sağlıkla ilgili değil sanmayın. Bakın etrafınıza; teknolojik gelişmelerle birlikte sağlıkta büyük bir gelişme yaşanıyor. Müthiş hastaneler, hastalıkların tanısını kolaylaştıran müthiş aletler, sağlığa ayrılan büyük meblağda ekonomik kaynaklar, hasta haklarına dair hukuki metinler, sigortalar vs. Soralım kim mutlu ya da niye hastayız? Çağımızın hastalığı denilen stres nedir?  Paylaşmayı bilmeyen, içine kapanmış, sanal alemde yaşayan, mağlubiyetin ya da galibiyetin anlamını bilmeyen, hayatı her an “reset”leyebileceğini zanneden, kendine eleştiriyi kabul etmeyen, ama her ağzını açtığında herkesi eleştiren, ödev kavramını bilmeden hep “Hakkım” diyen, özgürleştikçe yalnızlık esaretine düşen, başkalarını dövdükçe aslında kendilerini döven insanlar.
Tedaviye dirençli, en büyük hasta grubu:  Kendi kendini döven insanlar.

KADIN HAKLARI VE AİLE İÇİ ŞİDDET” KONULU SERTİFİKA PROGRAMI...


Adli Yardım Merkezimizden görev alan meslektaşlarımızın, özellikle “kadının aile hukukundan doğan ve şiddet içeren talepleri” konusunda açılan davalarda, başvuru tarihinden başlayarak alınması gereken tedbirler ve savunma teknikleri açısından bilgilendirilmeleri olağanüstü öneme sahiptir. Bu amaçla, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu; Adli Yardım Bürosu’nda görev almakta olan meslektaşlarımıza, “Kadın Hakları Ve Aile İçi Şiddet” konulu eğitim semineri verilmesi kararı almıştır. Seminerler Kadın Hakları Merkezi tarafından verilecektir.
Esasen bu seminerler daha önce de verilmiş olup, temel amaç, bütün meslektaşlarımızın bu eğitimden geçmelerinin sağlanmasıdır.
Yapılan planlamaya göre; her biri iki tam gün sürecek olan eğitim çalışmalarının 6-8 ay içinde tamamlanması beklenmektedir. Çalışmaların tamamlanmasından sonra, eğitime katılmayan meslektaşlarımızın, kadınların aile hukukundan kaynaklanan adli yardım istemlerinde (Boşanma, 6284 sayılı kanun gereğince tedbir ) görev alabilmeleri mümkün olamayacaktır. (Daha önce bu seminerlerden geçmiş olan meslektaşlarımızın yeni dönem seminer çalışmalarına katılma zorunluluğu bulunmamaktadır.)
Eğitim semineri 22-23 Haziran 2012 tarihleri arasında İstanbul Barosu Orhan Adli Apaydın Salonu’nda yapılacaktır. Seminerine katılan meslektaşlarımıza İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi tarafından katılım belgesi verilecektir. 2 gün katılım zorunludur.
KATILIM ÜCRETSİZDİR.
Kayıt yaptırıp seminere katılmayanlar  önümüzdeki 3 seminere katılamayacaklardır.En az bir hafta öncesinden  arayıp kayıtlarını iptal ettirmeleri gerekmektedir.
Müracaatların Baronun 0212 251 63 25 numaralı telefonundan, Kadın Hakları Merkezi’nden sorumlu Çağla KOÇ’a (dahili 164) yapılması gerekmektedir.
Adli Yardım Bürosu Avukatlarına yönelik ‘’ Kadın Hakları ve Aile İçi Şiddet ‘’konulu Sertifika Programı aşağıda açıklanmıştır.
KADIN HAKLARI VE AİLE İÇİ ŞİDDET” KONULU SERTİFİKA PROGRAMI
22 HAZİRAN  CUMA 2012
9.30-  10.00   Kayıt
10.00-10.05  Açılış
10.05-11.00 Uluslararası Sözleşmeler Çerçevesinde Toplumsal Cinsiyet
            Av. Nazan MOROĞLU
11.00 – 11.15 Çay Kahve Arası
11.15 - 12.30   Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi İle İlgili  6284 Sayılı Yeni Yasa
              Av.Hale Akgün  - İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı
12.30-13.30   Öğle arası
13.30-14.15  Adli Yardım Bürosunun İşleyişi – İşleyiş Hakkında Soru ve Önerilerin değerlendirilmesi
 Av.  Tugçe Anayurt
14.15-14.30   Çay-kahve arası
14.30- 15.30 MK. Mal Rejimleri
Prof. Dr .Saibe Oktay Özdemir – İstanbul Üniversitesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı
15.30-15.45 Çay-Kahve Arası
15.45-17.00 MK. Mal Rejimleri
             Prof. Dr . Saibe Oktay Özdemir – İstanbul Üniversitesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı
23 HAZİRAN  CUMARTESİ 2012
9.30-  10.00   Kayıt
10.00-10.05  Açılış
10.05-11.30  TCK  Aile Düzeni Aleyhine Cürümler
            Yrd. Doç. Dr. Asiye Selcen ATAÇ – Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
11.30-11.45 Çay- Kahve Arası
11.45-12.30  TCK Cinsel Suçlar- 
            Yrd. Doç. Dr. Asiye Selcen ATAÇ – Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
12.30-13.30 Öğle arası
13.30-14.45 Adli Tıp Sistemi-Adli Muayene-Genital Muayenede Yasal Düzenlemeler ve Sorunlar  
             Prof. Dr .Nevzat Alkan-  İstanbul Tıp Fak. Adli Tıp Anabilim Dalı
14.45-15.00 Çay- Kahve Arası
15.00- 16.00 Şiddet Mağdurları ile Görüşme Teknikleri
             Neşe Yüksel Psikolog - İstanbul Aile Mahkemeleri
16.00-16.15 Çay – Kahve Arası
16.15- 17.30. Boşanma Sebepleri -Nafaka- ve Tazminat Hükümleri
               Av.İzzet Doğan-İstanbul 1. Aile mahkemesi Emekli Hakimi
 17.30- 18.00 Sertifika Dağıtımı