30 Nisan 2012 Pazartesi

“Ayşe’yi Neden Koruyamadık” Sorusunun Cevabı (GazeteVatan)...

Tanzer Gezer
Ayşe İnce bir varmış, 23 Nisan 2012’den beri yok...

Ayşe, boşanma davası açtığı eşi Mehmet İnce tarafından 17 bıçak darbesiyle öldürülen kadın.

Mehmet’in, Ağustos 2011’de Ayşe’ye şiddet uygulamaktan, 16 Nisan 2012’de Ayşe’yi ölümle tehdit etmekten adli makamlarda kaydı mevcut. Söylenen o ki Ayşe, Devlet’ten koruma talep etmiş.

Görünen o ki Ayşe’nin şikayetleri üzerine Mehmet her seferinde gözaltına alınmış, savcının karşısına çıkartılmış, serbest bırakılmış. Başka ne yapılabilirmiş?

Bakan Şahin de tıpkı bizler gibi Ayşe’yi ve Mehmet’i basından tanıdı. 

Bakan, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunu çıkarttık, her kurumun her kuruluşun ne yapması gerektiği açıkça yazıldı. Şimdi hızlı bir şekilde yönetmelik çalışmalarını başlatacağız. Kadın sığınma evleri ile ilgili yapıyı ve yönetmeliği değiştiriyoruz. Bununla ilgili de son noktaya geldik.” dedi. 

Ve, Ayşe’yi neden koruyamadık diye sordu? “Hakimleri savcıları da eğitiyoruz... Artık bize düşen şey gereğini yapmak. Gereğini yapmayana da gereğini yapmak.” dedi.

Aslında kendi sorduğu sorunun cevabını kendisi vermiş oldu. Yönetmeliği olmayan ve alt yapısı bulunmayan bir Kanunun işletilmesinden sorumlu tutulduğunuzu düşünün. 

Toplumsal boyutta olguyu ele alırsak, basına göre de Ayşe Devlet tarafından korunmamış ve kaderine terk edilmişti. Bakan Şahin’e göre Kanunu çıkartmak yeterliydi ve Başbakan ile gereği hakkında konuşulmalıydı.

Peki, korumanın ne anlama geldiğini bilen var mı?

Koruma demek her şikayette bulunan kadının yanına bir polis dikmek mi yoksa, her şikayet edileni içeri tıkmak mı?

Kanuna bakalım ne demekmiş: Şiddet mağduru kadın ve gerekirse çocuklarına bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması, kadının işyerinin değiştirilmesi, hayati tehlikesinin bulunması halinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması.

Yani Ayşe’nin ve tabii çocuğunun Mehmet’ten geçici bir müddet gizlenmesi. 

Ayşe’nin günlük normal hayatı içerisinde silahlı bir kolluk görevlisi tarafından 7/24 bizzat korunmasından bahsedilmediği somutsa da basın ve toplumun beklentisinin bu yönde olduğu da bir gerçek.

Bakan Şahin, herkese yetki verdik derken çok haklı ancak, alınacak koruma kararının aslında Ayşe’yi mağdur edici yönü yok mu? Bilmediğiniz, tanımadığınız bir yerde bir müddet gizleneceksiniz. 

Diğer taraftan bu tedbir gerçekten koruyucu mu? Kadının geçici koruma altına alındığı yerin gizli tutulacağı söylenmekteyse de geçmişte kadın sığınma evlerinde barınan kadınların da katledildiğini okuduk. Ayşe hiç mi sokağa çıkmayacak, ailesi ile görüşmeyecek. Bu hikayede Ayşe mağdur mu yoksa suçlu mu?

Bu tedbirin pek anlamlı bir tedbir olmadığını çözdük.

O zaman Mehmet’i içeri tıkalım. Ne de olsa tehdit eden kendisi ama öyle kolay tıkamazsınız!.. 

Adli makam Mehmet için Ayşe’ye yaklaşma diye önleme kararı almış. Bunun takibi nasıl yapılacak? Teknik araç ve yöntemlerle takibe ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenirmiş ancak, Bakan Şahin yönetmeliğin henüz hazır olmadığını beyan etti. Yönetmelik olmadan kolluk ve adli makam bu “gereği” nasıl yerine getirecek?

Kanuna göre Mehmet’i ancak alınan tedbir kararına uymadığı tespit edilirse, Hakim üç günden on güne kadar zorlama hapsine mahkum edebilir. Tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama hapsinin süresi onbeş günden otuz güne kadar uygulanabilir ancak, zorlama hapsinin toplam süresi altı ayı geçemez.

Kanun, Mehmet’in sürekli tehdit edebileceği ancak, fiili hiçbir zaman gerçekleştirmeyeceği düşüncesiyle kaleme alınmış.

Ayşe’nin şanssızlığı daha ilk ihlalde öldürülmüş olması.
Tüm toplum şansımıza küstük...

Sizce de burada bir anlamsızlık yok mu? Yönetmelik de olmayınca, Bakanlığın “gereğini” yerine getirmiş olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bu yönleriyle Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna karlar yağmış.

O zaman başka bir yön bulalım. Kanun der ki; Şiddet uygulayan hakkında bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması hükmünü kurabilirsiniz.

Çok mantıklı çünkü burada şiddet uygulayan, namusuyla boşanmayı kabul etmeyen, takıntılı bir hasta Mehmet’ten bahsediyoruz. Burada konu hakkında uzman olmayan hukukçunun Mehmet’te ne bulduğuna ya da bulamadığına güvenmek zorundayız.

Yönetmelik ortada olmadığı için bu nasıl yapılacak belli değil ama keşke Ayşe’yi öldürmekle tehdit eden Mehmet hakkında yatarak tedavi kararı verilmesi zorunlu olsaymış da diğer Ayşe’yi tecrit edici düzenlemeler hiç yazılmasaymış. 

Mehmet iyileşene kadar tedavi edilseymiş belki de Ayşe bugün yaşıyor olurmuş.

İşte, Bakan Şahin “gereği” derken olsa olsa bu koruyucu tedbirden bahsetmiştir!

Diyorum ki Kanunla övünmek ve üstüne yatmak için henüz çok erken.


Kaynak: http://haber.gazetevatan.com/Haber/447091/1/Gundem

“SAĞLIKTA ŞİDDET NASIL ÖNLENİR:MECLİSE DÜŞEN GÖREV”




Kaynak: adlibilimler@yahoogroups.com

27 Nisan 2012 Cuma

European Academy of Forensic Science Conference, 20-24 August 2012, Netherland...

 Dear colleagues and friends

The Netherlands Forensic Institute (NFI) takes pride in announcing that the 6th European Academy of Forensic Science Conference will be held in The Hague, the International City of Peace and Justice, from 20 to 24 August 2012. The title of the conference reflects the momentum of forensic sciences: Towards Forensic Science 2.0. This clearly indicates that the conference will take us to new heights in forensic science.

The plenary programme of the EAFS 2012 is known. Six great speakers confirmed their contribution.The Scientific Committee is proud of this splendid line up! Furthermore, great key note speakers have confirmed their contributions in the various themes and specials. Please check the website and LinkedIn page on a regular basis as more information will follow.
The following six plenary speakers have confirmed their contribution:
• Keith Inman on the future of the forensic science profession
• Manfred Kayser on the latest developments in forensic DNA investigation
• Eoghan Casey on the latest developments in digital evidence and computer crime
• Itiel Dror on cognitive bias and the importance of context management
• Joris Dik on forensic science in art and the recent attribution of a Van Gogh painting
• Serge Brammertz on the role of forensic science in the international courts

Source: Chairman of the EAFS 2012 Scientific Committee

EAFS2012

Since 1997, a triennial scientific conference has been organised under the auspices of the European Network of Forensic Science Institutes (ENFSI): the European Academy of Forensic Science (EAFS) Conference.

The conference is open not only to the ENFSI community, but to all those who have an interest in forensic sciences. Previous conferences have been held in Lausanne (1997), Krakow (2000), Istanbul (2003), Helsinki (2006) and Glasgow (2009).

EAFS2012, the 6th edition in this series, will be held in The Hague and is hosted by the Netherlands Forensic Institute (NFI). EAFS2012 has a number of features, such as a focus on current multidisciplinary themes, a distinct interactive character, excursions to prestigious International Institutions based in The Hague and communication through social media. Furthermore, a forensic poet has a surprise in store for the participants.

The title "Towards Forensic Science 2.0" emphasises that the participants will be challenged to take an active role in outlining the future of forensic science. Outstanding keynote speakers and eminent scientists will provide the materials for this exercise.

The conference will also offer a platform through which participants can extend their personal networks. We offer a large exhibition space with various sponsor displays. Delegates as well as accompanying persons will be offered an attractive social and partner program.

Scientific program

EAFS2012 will have a distinct multidisciplinary and interactive character. Emphasis will be put on 5 multidisciplinary Themes and 4 Specials.

Themes
Specials
Extra topic
  • I have always wanted to give my view on..
There will be dedicated sessions on the themes and other topical subjects with keynote addresses, plenary lectures, a series of lectures on lesser known fields of forensic expertise, a large number of (interactive) workshops, demonstrations, and poster presentations on the more traditional fields of forensic expertise.

Facts about The Netherlands 
Surface area:41,528 km² (18.41% water)
Total population:Over 16.5 million
Capital city:Amsterdam
Government:The Hague
Official language:Dutch
Type of government:Constitutional monarchy -
parliamentary democracy
Currency:Euro
Highest point:323 m (Vaalserberg)
Lowest point-6.7 m (Nieuwerkerk aan den IJssel)
Average temperature in August:17.2 °C

Did you know that?
  • The Netherlands in its entirety is often referred to as Holland, although North and South Holland are actually only two of its twelve provinces.
  • Large parts of the Netherlands consist of reclaimed land.
  • Lot of the Dutch land is below sea level (26%).
  • The Dutch are the tallest people in the world, with an average height of 1.81 metres for adult males and 1.67 metres for adult females.
  • The Netherlands is the country of philosophers e.g. Erasmus and Spinoza.
  • Famous Dutch painters are Rembrandt van Rijn, Johannes Vermeer, Jan Steen, Jacob van Ruysdael, Vincent van Gogh, Piet Mondriaan and many others.
  • M. C. Escher is a well-known Dutch graphic artist.
  • The Dutchman Antonie van Leeuwenhoek was the first to observe and describe single-celled organisms with a microscope.
http://www.eafs2012.eu/welcome.html

HEKİM BAĞIMSIZLIĞI, MESLEK ÖRGÜTÜ ÖZERKLİĞİ İÇİN DÜNYA TABİPLERİ BİRLİĞİ HEKİMLERLE BULUŞUYOR KİTABI YAYINLANDI...


Ulusal tabip odaları, ülkedeki hekimleri temsilcisi olarak hareket etmek; kimi durumlarda bir sendika veya düzenleyici organ, ancak aynı zamanda bir meslek kuruluşu olarak hekimler adına diğer taraflarla görüşmeler yapmak üzere kurulan, halk sağlığı ve refahı ile ilgili konularda tıp doktorlarının uzmanlık birikimini temsil eden kuruluşlardır. 

Tabip odaları, tıp mesleğinin görüşlerini yansıtır. Bu bağlamdaki uğraşlar arasında, meslekte etik kuralara uyulması, kaliteli tıbbi bakım ve hizmet sağlanması ve mesleği icra eden herkesin yüksek standartlara bağlı kalması da yer almaktadır. Bu kuruluşlar, genellikle halk sağlığı alanında olmak üzere, üyeleri adına kampanyalar başlatabilirler veya tanıtım/savunu çalışmaları yürütebilirler. Sözü edilen tanıtım/savunu çalışmaları, bunları muhalif politika olarak gören hükümetler tarafından her zaman hoş karşılanmayabilir. Oysa bu tür çalışmalar gerçekte verili tıbbi kanıtlara ilişkin bir anlayışı, hastaların ve çeşitli nüfus kesimlerinin ihtiyaçlarını temel almaktadır. 

WMA, bu tür tanıtım/savunu çalışmaları nedeniyle kimi hükümetlerin kendilerinin belirledikleri temsilcileri yetkili organlara atayarak hekim kuruluşlarını susturmaya, verilecek mesajların kendilerinin hoş görebilecekleri mesajlara dönüştürmeye teşebbüs ettiklerinin farkındadır. WMA bu amaca yönelik girişimleri kınar ve ülkelerdeki hekim kuruluşlarının bağımsız işlevlerine hiçbir hükümet müdahalesi olmamasını talep eder. WMA, hükümetleri, kendi ulusal hekim kuruluşlarının çalışmalarının ardındaki gerekçeleri daha iyi kavramaya, tıbbi kanıtları dikkate almaya ve halkın sağlık ve refahını geliştirmeye yönelik çabalarda hekimlerle birlikte çalışmaya davet eder. 



ADLİ BİLİMLER DERGİSİ 2012/1 YAYINLANDI...


ADLİ BİLİMLER DERGİSİ 

ÜLKEMİZDE İLK KEZ YAKALANAN YENİ SENTETİK KATİNONLAR VE YASAL DURUM

Doç.Dr.Faruk Aşıcıoğlu*, Kimyager Şenol Korkut**, Ecz.Latif İlhan* 
*Adli Tıp Kurumu 5.İhtisas Kurulu,
** Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesi 
Yazar iletişim bilgileri:
Doç. Dr. Faruk Aşıcıoğlu
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı
Kımız sok. No:1 Çobançeşme
Yenibosna-İSTANBUL
 ÖZET
Sentetik katinonlar son yıllarda uyuşturucu pazarında yaygın kullanım alanı bulmaktadır. Çok sayıda sentetik katinon bulunmakla birlikte bunlar arasında özellikle MDPV (3,4-Methylenedioxypyrovalerone) , Mephedrone ve Methylone en sıklıkla suistimal edilenleridir. Merkezi Sinir Sistemi stimülanı olan bu maddeler amfetamin benzeri uyarıcı etkilerini Dopamin ve Norepinefrinin salınımını artırıp geri alınımlarını inhibe ederek sağlamaktadırlar.
Çalışmamız Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulu’na ilk kez sentetik katinonların geldiği 2011 yılı şubat ayı ile 2012 yılı şubat ayı arasındaki bir yıllık dönemdeki dosyaları kapsamaktadır. Bu maddeler kimyasal yapıları, psikostimülan etkileri, fiziksel özellikleri, yasal durumları açısından incelenmiştir.
Kurulumuza gönderilen dosyalarda sentetik katinon olarak Mephedrone, PVP (2-Pyrolidinovalerophenon), MDPV ve Methlone saptanmıştır. Bazı dosyalarda beraberinde sentetik kannabinoidler (JWH-018 ve CP 47,497), N-Etilamfetamin ve TFMPP (3-Trifluoromethylphenylpiperazine) gibi başka psikoaktif maddelerde bulunmuştur. Yakalanan maddelerin çoğu toz formunda olup, ayrıca kapsül ve ufalanmış bitki parçaları şeklinde de bulunmuştur.
Sentetik katinonların bağımlılık yaptığı ve ölüme kadar varan toksik etkilerinin bulunduğu bildirilmektedir. Kullanıcılarda şiddet içeren suçlara ve psikoza eğilimin artırdığı tespit edilmiştir. Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunda söz konusu maddelerin önemli bir bölümü uyuşturucu maddeler kapsamına alınmıştır.
Sentetik katinonlar bilinen uyarıcı maddelere kimyasal benzerlik göstermektedirler.  Organize suç örgütleri aracılığı ile uluslar arası ticaretinin yapılması, internet üzerinden kolaylıkla temin edilebilmeleri, ülkemiz için ciddi bir halk sağlığı ve güvenlik problemi yaratma potansiyelleri olduğunu göstermektedir. Bu nedenle sentetik katinonların mümkün olan en kısa sürede yasa kapsamına alınmaları gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Sentetik katinonlar, uyarıcı maddeler, yasal durum, Erken Uyarı Sistemi.
  
DISIPLIN BAKIŞ AÇISI ILE  FIZIKSEL CEZALANDIRMA VE FIZIKSEL İSTISMAR VE 6284 SAYILI KANUN
1- Erhan Büken Doç. Dr.
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı
2- Bora Büken Doç. Dr.
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı
3- Merve Alyamaç
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem III Öğrencisi
4- Gülben Çalışkan
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem III Öğrencisi
5- Alper Kavalcı
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem III Öğrencisi
Yazar İletişim Bilgileri:
Doç. Dr. Erhan Büken
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı
Fevzi Çakmak Caddesi 12. Sok 7/6 Bahçelievler  Ankara
ÖZET
Çocuk eğitiminin önemli bileşenlerinden biri de disiplindir. Disiplin, ruhsal, duygusal gelişim için eğitilme sürecidir.  Disiplinin sağlanması için kullanılan çeşitli yöntemler vardır. Ödül ve cezalandırma yöntemi olumlu disiplin yöntemlerine örnek verilebilir. İhmal, tehdit, korkutma, rüşvet, aşırı eleştirme gibi yöntemler ve diğer bazı katı disiplin uygulamaları olumsuz disiplin yöntemlerine örnektir.
Fiziksel (bedensel) cezalandırma, pek çok ülkede ve kültürde, sık rastlanılan ve yaygın disiplin yöntemlerinden biridir. Fiziksel cezalandırma, çocuğun davranışlarının düzeltilmesi ya da kontrol edilmesi amacıyla “kasıtlı olarak” uygulanan, fakat yaralamayı amaçlamayan, çocuğa acı verici fiziksel güç kullanımıdır.
Çalışmamızda, aşağıda sıralanan sorulara yanıt aramaktayız.
Aileler tarafından sık kullanılan fiziksel cezalandırma yöntemleri nelerdir? Etkili yöntemler midir? Aileler neden fiziksel cezalandırmayı disiplin yöntemi olarak seçiyorlar?  Bu ailelerin özellikleri nelerdir? Bunlar yerine önerilen yöntemler nelerdir? Çocuğun fiziksel cezalandırılması ne zaman istismardır? Türk Hukuku'nda fiziksel cezalandırma ile ilgili düzenlemeler nelerdir, yeterli midir?
 Şüphesiz çoğu aile, çocuklarının yararı için bu disiplin yöntemlerini kullanmaktadır. Ancak, ağır fiziksel cezalandırma, çocukta giderilmesi zor zararlara neden olabilir. Aileler istemeden çocukta zarara neden olmaktadırlar. Disiplin amacıyla fiziksel cezalandırma sadece aile içinde değil; okulda, çalışan çocuklar için çalışma ortamında da, çocuk için risk yaratmaktadır. Sağlık çalışanları ve toplumun tüm sorumlu bireyleri, bu çok yaygın ve sık uygulamanın engellenmesi için üstlerine düşeni yapmalıdırlar.
Anahtar Sözcükler: Disiplin, Fiziksel istismar, Çocuk, 6294 sayılı Kanun

ORTA TUNÇ ÇAĞ SEYİTÖMER İNSANLARININ SAĞLIK SORUNLARI
Serpil ÖZDEMİR *
Ayla SEVİM EROL *
ÖZET
Antik dönem iskelet materyalleri üzerinde gerçekleştirilen ve ilgili toplumların sağlık yapısını ortaya koymayı hedefleyen paleopatolojik çalışmalarda, makroskobik ve radyolojik incelemelerle hastalıkların kemiklerdeki lezyonlar araştırılmaktadır. İklimsel koşullar, yetersiz ve dengesiz beslenme, kötü çevre koşulları bu hastalıkların temelinde yatan başlıca etkenlerdir. Hastalıklardan kaynaklı kemikler üzerindeki izler, iskeletlerin yaş ve cinsiyet faktörlerini göz önünde bulundurarak değerlendirildiğinde, o dönemde yaşamış herhangi bir toplumun genel sağlık profilinin çıkartılmasına olanak sağlayabilmektedir. Bu çalışmada, Kütahya Seyitömer Höyükte 2006–2010 yılları arasında yürütülen kazılardan çıkarılan ve Orta Tunç döneme tarihlendirilen 64 iskelet patolojik açıdan değerlendirilmiş ve mevcut patolojik olgular rapor edilmiştir.
DEPREM SONRASI OLUŞAN TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU İÇİN OLGU SUNUMU
Psikolog, Nurhayat Yüksel
Travma, günlük yaşantımızda sık kullanılan kelimeler arasına girmeye başlamıştır. Travma sadece stres düzeyini arttıran olaylara verdiğimiz ad olabilirken; bununla birlikte, günlük rutin işleyişi bozan, beklenmedik bir şekilde gelişen, dehşet, kaygı ve panik yaratan, kişinin anlamlandırma süreçlerini bozan olaylar da travmatik yaşantılar olarak tanımlanabilir(1).
Yaşanan bir trafik kazası, bir doğal afet ( yangın, deprem, sel, vb.), sosyal ve fiziksel tacizler, caddeden karşıya geçmeye çalışırken adımımızı attığımızda çok süratli bir arabanın birdenbire önümüzden geçmesi bile bir travmaya örnek olabilir.
Farklı bir bakış açısıyla da yaşanan bir olayda; yaşama, vücudun fiziksel bütünlüğüne, sevdiklerimize ve inançlarımıza karşı tehdit algılama söz konusu ise bu olay kişi için travmatik bir yaşantı demektir. Psikolojik travma, olayı yaşayan kişinin tehdit algısı ve değerlendirmesi doğrultusunda tanımlanabilir.
Yaşanılan bu ani olaylar bazen zihnimizin derinliklerinde baskılanarak korunurken bazen de kısa sürelerde telafi edilebilir.
Yapılan araştırmalara göre çoğu vak’a da orta şiddetteki stres tepkileri dahi, herhangi bir müdahale olmaksızın 6-16 ay içinde tamamen ortadan kalkabilmektedir(2).  
Doğal  afetler sonucu yaşanan travmalarda kişi yaşadığı bu beklenmedik olay karşısında şaşkınlığa düşerken korku, endişe, karamsarlık, panik, çaresizlik gibi duygular çok yoğun yaşanmaktadır. Düşünce  ve duygular olayın etkisi altıdadır ve olayı sürekli tekrarlama eğilimi vardır. Her an deprem olacakmış hissi ve duygusu sürerken, yakınlarını kaybedeceği korkusunu sürekli yaşar ve geleceğe yönelik plan yapamadığı gibi umutlarını da yitirir.
Burada ele alacağım konu depremden yedi yıl sonra aynı sıkıntı, kaygı ve endişeyi hala yaşamakta olan bir danışanla yapılan çalışma olacak.
Bunu yazmaktaki amacım: bu durumu bizzat yaşamış ya da yakınlarında görüp duymuş olan kişilere biraz olsun konu hakkında bilgi verebilmek. Travma  yaşayan kişinin içinde bulunduğu duygu durumu ile çevresindekilerle olan iletişiminde yaşadığı sorunları açıklayabilmek. Travmanın bir kader olmadığını gerekli tedaviler alındığında travma ile başa çıkılabileceğini gösterebilmek. Bununla birlikte onları anlayarak  destek olmak için ihtiyacımız olan bilgileri sunmaktır.
DUYGUSAL İSTİSMARIN ÇOCUK ÜZERİNE ETKİSİ
Öğr. Gör. Dr. Diler İMSEYTOĞLU - Harran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
Yard. Doç. Dr. Duygu GÖZEN - İ.Ü. Hemşirelik Fakültesi - Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği A.D.
 Yazar İletişim Bilgileri:
Öğr. Gör. Dr. Diler İMSEYTOĞLU
İş Adresi: Harran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
İş Telefonu: 04143183201
Yard. Doç. Dr. Duygu GÖZEN
İş Adresi: İ.Ü. Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi - Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği A.D.
İş Telefonu: 02122244986-27012
 ÖZET
Günümüzün en önemli sorunları arasında yer alan ve giderek artmakta olan şiddet davranışları özellikle çocukları olumsuz yönde etkilemektedir. İstismar her ne kadar çocuğa etki eden fiziksel davranışları çağrıştırsa da, duygusal boyutuyla istismar uygulanan çocuklarda da fiziksel büyüme ve gelişmenin olumsuz etkilendiği bildirilmektedir. Bu bilgiler ışığında fiziksel, bilişsel ve psikososyal açıdan sağlıklı bir neslin yetişmesinde duygusal istismar davranışlarının önlenmesi büyük bir önem taşımaktadır. Çoğu zaman duygusal istismar uyguladığının farkında olmayan bireylerin bilinçlendirilmesi ve olumlu davranışların geliştirilmesinde sağlık ekibine önemli görevler düşmektedir. Bu konu ile etkili bir mücadele için sağlık çalışanları ve eğitimcilerin birlikte çalışmaları, gerek çocuklar gerekse ailelerin davranışsal farkındalık açısından her fırsatta eğitilmeleri önemsenmelidir.

TRABZONDA YAPILAN YABANCI OTOPSİ OLGULARI (TÜRKİYE)
İsmail Birincioglu1, Nursen Turan1, Hacer Yasar Teke2, Muhammet Can3
1 Karadeniz Technical University, Medical Faculty, Department of Forensic Medicine, Trabzon, Turkey
2 Ankara Council of Forensic Medicine, Ankara, Turkey
3 Balikesir University, Medical Faculty, Department of Forensic Medicine, Turkey
 ÖZET:
Giriş:  Turizm endüstrisindeki gelişmelere paralel olarak turistlerin sağlığına ve güvenliğine olan ilgide artmaktadır. Bu çalışmada Türkiye’nin popüler turizm bölgelerinden biri olan Karadeniz bölgesindeki yabancıların sağlık ve güvenliği ile ilgili araştırma yapılarak literatüre katkıda bulunulmaya çalışıldı. Materyal ve Metot: 1998-2007 yılları arasında Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığında yapılan yabancılara ait otopsi raporları retrospektif olarak değerlendirildi. Kurbanların ölüm nedenleri, ölüm orjini (kaza, intihar, cinayet, doğal ölüm), uyruğu ve demografik verileri incelendi. Bulgular: Bu merkezde bildirilen sürede yapılan 3864 otopsinin 83 tanesini (%2.15) yabancı uyruklu kişilerin otopsileri oluşturmaktaydı. Ortalama yaş 39.33 yaş olup yaş aralığı 5 gün ile 79 yaş arasında değişmekteydi. Ölüm nedenlerinin başında (%28.95) doğal ölümler yer almakta olup, bunu (%18.00) trafik kazaları,  (% 13.20) ateşli silah yaralanmaları, (%9.65) zehirlenmeler, (%8.50) asılar ve diğer sebepler izlemektedir. Kazalar (%33.60), doğal ölümler (%28.95), cinayetler (% 19.45)ve intiharlar (% 16.80) şeklinde orjin sınıflaması yapıldı. Kurbanlar 18 ayrı ülkeden olup, en büyük bölüm (%73.50) Sovyetler Birliğinden gelen yabancılardan oluşmaktaydı.Sonuçlar: Yabancılara yapılan otopsi oranları ile bölgeye o yıl gelen turist sayısı arasında orantısal bir parallelik mevcut idi. Bölgenin turist sağlığı ve güvenliği açısından değerlendirilmesi açısından yabancıların en sık ölüm nedenleri arasında doğal ölümler ve kazalar yer alması önemli bir bulgudur.
Kaynak: adlibilimler@yahoogroups.com

ADLİ MİKROBİYOLOJİ KİTABI...

ADLİ MİKROBİYOLOJİ KİTABI...
ROGER G. BREEZE
BRUCE BUDEWLE
STEVEN E. SCHUTZER


ÇEVİRİ EDİTÖR: Prof.Dr. ÖZDEM ANĞ
Çevirenler; Prof.Dr.Bekir Kocazeybek, Prof.Dr.Mine Anğ KÜÇÜKER,Doç.Dr.Suat SARIBAŞ, Yard.Doç.Dr.Hüseyin ÇAKAN, Yard Doç.Dr.Vecdet ÖZ,Yard.Doç.Dr.Erdal POLAT, Dr.Mustafa ASLAN
Basım Yılı:2011, 417 sayfa.
Nobel Tıp Kitabevleri

26 Nisan 2012 Perşembe

TÜRK CERRAHİ DERNEĞİ BASIN AÇIKLAMASI...




Gaziantep’te Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi’nde görevli, göğüs cerrahisi uzmanı, 30 yaşındaki Op. Dr. Ersin Arslan bir hasta yakını tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

Bundan bir kaç ay önce darp edilen meslektaşlarımızla ilgili bir basın açıklaması yapmış ve Sağlık Bakanlığı’nı göreve davet etmiştik… 

Artık çok geç…

Sağlıkta Dönüşüm Programı ile açıkça hekimliğin varoluşsal temelini değiştirdiniz.
Hekimlik mesleğinin genetiğine müdahale ettiniz.
Bizi hastalarımızla düşman haline getirdiniz.
Hizmet ettiğimiz insanlar katilimiz oldu.


Bu cinayet münferit bir olay olmaktan çok ülkemizde hekimlerle hastaları düşman gibi konumlayan yeni sağlık sisteminin sonucudur.

Bir salgın hastalık haline gelmesine rağmen hiçbir ciddi önlem alınmayan hekime yönelik şiddet bu kez can aldı. Canımızı aldı.

Bu toplumsal gerilim, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ve onun uygulayıcılarının eseridir. 

Bize dün kalkan el, bugün kalbimize saplanan bıçak politikacıların elidir, bıçağıdır.

Hükümet Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı toplum gözünde meşru kılabilmek için bir günah keçisi ilan etti: Hekimler!

Hükümet halka sağlık alanındaki olumsuz tablonun hem nedeni olarak hekimleri gösterdi. 

Hükümet sürekli hekimleri suçlayan hatta aşağılayan bir dil kullandı.

Toplum hekimlere karşı kışkırtıldı.

Oysa, bu hükümet gibi önceki hükümetlerin de sağlık harcamalarının finansmanında vatandaşın cebini bir kaynak olarak seçmeleri hekimlerin tercihi ya da kararı değildir.

Hekimler mesleki özerkliklerini, iş güvencelerini kaybetmemek için itiraz ettikçe hükümet bizi vatandaşın önüne sadece kendi çıkarını düşünen paragözler olarak attı.

Eski sağlık sisteminden canı yanmış vatandaşlar da maalesef bu oyuna geldi...

Hekimler diğer yüksek okul mezunları gibi, her toplumda ve her zaman toplumun geneline göre gelirleri görece daha yüksek bir kesimdir. Hükûmet, bu yalın gerçeği sanki anormal bir durum, bize özgü bir haksızlık gibi anlattı vatandaşa.

Aslında Türkiye’de hekimlerin ezici çoğunluğu (pratisyen hekimler, büyük hastanelerde tam zamanlı çalışan uzman hekimler) uzun yıllar kamusal nitelikte sağlık hizmeti üretmiş emekçilerdir. 

Türkiye’de pratisyen hekimlerin geliri ülkenin ortalama ücretinin 2 katı, uzman geliri 4 katıdır. OECD ülkeleri ile kıyaslandığında Türkiye’nin pratisyen hekim geliri son sırada, uzman hekim geliri ise orta sıradadır.

Hükümete sesleniyoruz:


• Devlet ve üniversite hastanelerinde (hatta aile hekimliğinde) performansa dayalı döner sermaye uygulamasına geçtiniz. 

• Kamudaki sağlık emek sürecini, rekabet ve üretim artışını temel alan özel sektör emek süreci ile benzer hale getirdiniz. 

• Performans sistemi ile hekimler gelirlerini finansal teşvik doğrultusunda hasta görme ve girişim yapmalarına göre temin eder hale geldi. 

• Hasta hekim ilişkisini kamu hastanelerinde bile gelir artırma zeminine oturttunuz. 

• Hekimin öncelikli motivasyonunu hastasını iyileştirmekten çıkardınız; daha çok hasta bakarak, daha çok ameliyat yaparak daha çok gelir elde etmek haline getirdiniz. 

• Ayrıca hekimler genel durumu kötü ya da tedavisi riskli ve güç hastalardan kaçmaya başladı, bunun yerine daha kolay ve rahat performans geliri elde edecekleri hasta ve hastalıkların tedavisine yöneldiler. 

• Hasta hekim ilişkisi bir daha düzelmeyecek şekilde bozdunuz. 

• Gerçek bir kamu hastanesi kar amacı gütmez. Toplumun sağlık ihtiyaçlarını karşılar. Ancak, siz Türkiye’de kamu hastanelerini kar etmeye zorladınız.

• Kamudan kaynak aktararak özel sağlık sektörü yarattınız, ulusal ve uluslararası sermaye için hastane, ilaç ve tıbbi malzeme, özel sağlık sigortacılığı gibi karlı sektörler yarattınız.

TÜM BUNLARI VATANDAŞA SAĞLIK HİZMETİ ERİŞİMİNİ ARTIRMA VAADİYLE YAPTINIZ.
İTİRAZ EDEN HEKİMLERİ DE YALNIZCA KENDİ EKONOMİK ÇIKARINI DÜŞÜNEN İNSAFSIZLAR OLARAK DAMGALADINIZ.


Oysa gerçek bu değil!

Hekimlik mesleği seçimi yalnızca bir kariyer tercihi değildir

Bu mesleği seçerken ve uygularken hümanizm ve insana hizmet etme güdüleri başat rol oynar.

Hekimlerin meslekleri ile edindikleri insana hizmet etme ve hümanizm gibi değerler, bir birey olarak kişisel çıkarları doğrultusunda hareket etmelerine karşı güçlü bir denge oluşturur. Başka pek çok meslekte olmayan bir özelliktir bu.

Hekimler toplumsal olarak şekillendirilmiş bir bilinçle karar verirler. Bunun aksi genel doğru olursa, bir tek hastanın bile esenliği sağlanamaz.

Hekim-hasta ilişkisi hastanın iyiliğini temel alan bir tıp ethosu çerçevesinde oluşan mesleki davranış kurallarına ve karşılıklı güvene dayanan bir ilişkidir. 

Sağlıkta Dönüşüm Programı ile açıkça hekimliğin varoluşsal temelini değiştirdiniz.

Hekimlik mesleğinin genetiğine müdahale ettiniz.

Bizi hastalarımızla düşman haline getirdiniz.

Hizmet ettiğimiz insanlar katilimiz oldu.

Hala sözde sağlık reformunuzla gurur duyuyor musunuz?


Türk Cerrahi Derneği Yönetim Kurulu


http://www.turkcer.org.tr/haber.php?id=538