25 Kasım 2016 Cuma

6. Tıp Hukuku Günleri - Prof. Dr. Şemsi GÖK anısına



Değerli Bilim İnsanları;
         
6. Tıp Hukuku Günleri Prof. Dr. Şemsi GÖK'ün (1920-2002) anısına 16 Aralık 2016 tarihinde İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Oditoryumunda yapılacaktır.  Adli Tıp Uzmanları Derneği (ATUD) ve İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından düzenlenen; Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, İ.Ü. Adli Tıp Enstitüsü,  İstanbul Tabip Odası, İstanbul Barosu, Adli Osteoloji, Odontoloji ve Kimliklendirme Derneği’nin de desteklediği bu toplantımıza katılmanız önemli temennimizdir. Saygılarımızla.

                                                       

Prof. Dr. Gökhan ORAL

                  İ. Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
                   Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı
                                                            Düzenleme Kurulu Başkanı

24 Kasım 2016 Perşembe

İYİ HEKİMLİK DEĞERLERİ BİR KEZ DAHA KAZANDI!


 İYİ HEKİMLİK DEĞERLERİ BİR KEZ DAHA KAZANDI!

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Adli Tıp Uzmanları Derneği Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Gürcan Altun uzmanlık öğrencileri Araş. Gör. Dr. Erhan Serhat DEMİR ve Araş. Gör. Dr. Osman KARAMEŞE ile birlikte 15 yaşında bir çocuğu, istemediği halde “zorla” muayene etmediği için yargılandı ve ilk duruşmanın ardından yargılama sona erdi ve meslektaşlarımız beraat etti. 

Atılı suçlamaya konu olan olay;  Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi tarafından bakire olup olmadığının tespiti (kızlık zarı muayenesi) yapılmak üzere 16 yaşında mağdur çocuğun tıp fakültesi hastanesine gönderilmesi,  çocuğun muayene olmayı kabul etmemesi üzerine muayeneye zorlanmasının tıp etiği ve hukuksal düzenlemelere aykırı olacağını görerek durumu tutanak altına alıp yazılı olarak adli makamlara bildirmesinden ibarettir. Prof. Dr. Gürcan Altun’un çocuğu zorla muayene etmeyerek “görevi ihmal “ suçunu işlediği iddia edilmektedir.

Edirne’de 2010 ve 2013 yıllarında benzer durumlarda aynı gerekçe ile meslektaşlarımız hakkında davalar açılmış; yargılama meslek etiğine uygun davranan meslektaşlarımızın beraati ile sonuçlanmıştı. 

Sağlık, sadece hastalıklardan ve mikroplardan korunma değil, bir bütün olarak fiziki, ruhsal ve sosyal açıdan iyi olma halidir. Bu tanımın kapsayıcılığı, sağlık alanında çalışan hekim ve sağlık çalışanlarına insanı bir bütün olarak ele almak gerektiğini kavratmıştır. Çocuklar söz konusu olduğunda; erişkinliğe kadar olan sürecin biyopsikososyal bir sürekli gelişim hali olduğu söylenebilir. Yaşamlarının bir kesitinde karşılaştıkları travmatik olayların değerlendirilmesi sürecinde, örneğin adli yargılama sürecinde; çocuk olma hali ve dolayısıyla gelişimleri sürmeye devam edecektir. 

Ne yazık ki; Edirne’de üçüncü kez, üstelik de mağduru yine çocuk olan bir olayda, kişilik onuruna, insan haklarına, uluslararası sözleşmelere, çocukların hak ve gelişimlerine özen göstermemiz ve iyi hekimlik ilkelerine bağlı kalmamız nedeniyle suçlandık ve adil bir yargılanma sonucunda yine beraat ettik. Bu nedenle son kez yargılandığımızı umarak bir kez daha tekrarlamak istiyoruz:
·                 Hekimlik mesleği, insan hakları, çocuk hakları ve ceza muhakemesine ilişkin normlar, mağdur erişkin ve çocukların zorla muayenesine olanak tanımamaktadır.
·                 Tıbbi muayene ancak hasta onay verdiği zaman yapılabilir. Hekimlerin, Biyotıp Sözleşmesinde belirtildiği üzere, hastanın bilgilendirildikten ve muvafakatını özgür bir şekilde vermesinden sonra müdahale etme yükümlülüğü vardır. 
·                 Tıp etiğinde ve tıp öğretisinde “Hastanın zorla muayene edilmesi” diye bir kavram yer almamaktadır. Bir kişinin zorla genital/iç beden muayeneye zorlanması, ona yapılan cinsel saldırıdan bir farkı olmadığı gibi, “kişide ruhsal travma yarattığı” da tıbben iyi bilinen bir konudur. 
·                 Yasa uygulayıcıları uluslararası sözleşmelere, insan haklarına aykırı davranamaz. Söz konusu dava, Anayasanın 17. Maddesinde düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması geliştirilmesi hakkına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. Maddesindeki işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele yasağına, 8. Maddesindeki özel hayatın korunması hakkına ilişkin düzenlemeler ve çocuk hakları sözleşmesindeki çocuğun yüksek yararı ilkelerine aykırıdır.
·                 Cinsel saldırı mağduru çocukların muayeneye zorlanması hekimlerin, anayasaya, insan haklarına, çocuk haklarına, biyotıp sözleşmesine ve hasta haklarına aykırı davranmasını istemektir. Kolluk gücü marifetiyle, rızası olmayan erişkin ya da çocukları zorla soyarak muayene masasına yatırılmasının tasavvuru bile korkunçtur. Hiçbir toplumsal değer bir çocuğunun, rızası dışında maruz kaldığı, cinsel organlarının zorla muayenesi sırasında duyduğu utanç ve aşağılanmayı haklı da gösterememektedir. 

·                 Böyle bir zor kullanım çabası içinde olunması, buna yeltenen sağlık ve kolluk görevlilerinin “İnsanlık dışı ve onur kırıcı muamele” gibi çok daha ciddi suçlamalarla karşılaşmasına neden olabilecektir. Daha sonra yapılabilecek olan muayene ile mağdurun  onuru, benlik saygısı ve hakları korunabileceği gibi, örselenmesinin ve muayeneyi de cinsel bir saldırı olarak değerlendirmesinin önüne geçilebilecektir.



Bir kez daha iyi ve onurlu hekimlik kazandı! Bizler, ulusal yasa, yönetmelik ve genelgelerin yanı sıra devlet olarak imzaladığımız uluslararası sözleşmelere uygun, “çocukların üstün yararı” ilkesine bağlı kalarak uygulamalarımıza devam edeceğimizi bildiriyoruz. 

ADLİ TIP UZMANLARI DERNEĞİ YÖNETİM KURULU


22 Kasım 2016 Salı

KAMUOYUNA DUYURU...

Değerli Meslektaşlarımız,
 
Son iki yıldır TCK 103. maddesinin sürekli değişim geçirmekte olduğunu izlemekteyiz. 28.06.2014 yılında 545 sayılı kanun ile TCK 102 ve 103. maddelerine sarkıntılık kavramı "kazandırıldı". 2015 yılı  Aralık ayında 103. maddenin 2. fıkrası Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Altı ay geçmeden 103. maddenin 1. fıkrasındaki 15 yaşını "...tamamlamamış" ibaresi kaldırıldı. 
 
Son olarak 17.11.2016 tarihinde, bir grup milletvekili tarafından TBMM'ne verilen ve hükümet tarafından desteklenen bir önerge ile 16.11.2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçlarında, failin mağdurla evlenmesi durumunda “verilen cezaya yönelik olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verileceği” şeklinde bir düzenleme yapılması planlanmaktadır.
 
Yapılan açıklamada önergenin binlerce mağduriyeti ortadan kaldıracağı belirtilmektedir. Mağduriyet olarak tanımlanan durum, yani 15 yaşından küçük yaşta evlenmiş ve çocuğu olan çiftlerin yasa nedeniyle hapis/ayrılık yaşaması hali, aslında çocukların cinsel istismardan korunamadığının bir göstergesidir. Uluslararası sözleşmelere aykırı ve  bilimsel gerçeklerden tamamen uzak, çocuğun ruhsal, sosyal ve bilişsel gelişimini olumsuz yönde etkileyecek olan bu önerge, çocuk haklarına ve çocuğun yüksek yararına aykırıdır. Yasalaşması halinde çocukların değil istismarcıların korunmasına hizmet edecek olan bu önerge, çocukların tecavüzcüleri ile evlenmek zorunda kalmaları gibi telafisi mümkün olamayan mağduriyetlere neden olacaktır. Bu durum 2005 yılında değiştirilen eski Türk Ceza Kanunu’na dönüş demektir ve haklar bakımından kabul edilemez niteliktedir.   
 
Çocuklar ile ilgili verilen son önerge dışında, uzun süredir gündemde olan çocuk ve kadınlar ile ilgili planlanan yasal düzenlemeler konusunda sivil toplum örgütlerince yürütülen çalışma ve raporlamalarda derneğimiz aktif olarak yer almaktadır. Adli tıp uzmanları olarak, çocuk istismarının kurumsallaşmasına yol açacak bu önerinin geri çekilmesini talep ediyor, çocukların korunmasını sağlayacak ve yüksek yararını gözetecek yasal düzenlemelerin oluşturulması için çaba harcamaya devam edeceğimizi bildiriyoruz.
 
Saygılarımızla,
Adli Tıp Uzmanları Derneği Yönetim Kurulu

ORTAK ÇAĞRI...

TBMM GENEL KURULU’NDA AKP MİLLETVEKİLLERİ TARAFINDAN VERİLEN VE CEZA MUHAKEMESİ KANUNU’NUN 213. MADDESİNE BAKILMAKSIZIN CİNSEL İSTİSMARA UĞRAYAN MAĞDURUN TECAVÜZCÜSÜ İLE EVLENDİRİLMESİ VE HÜKMÜN AÇIKLANMASINI GERİ BIRAKILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN İVEDİLİKLE GERİ ÇEKİLMESİNE İLİŞKİN DÜZENLEMENİN İPTALİ KARARI’’NA YÖNELİK, ÇOCUK İSTİSMARINI VE İHMALİNİ ÖNLEME DERNEĞİ GÖRÜŞÜ ve bildiri metnine destek veren ;

TÜRKİYE ÇOCUK VE GENÇ PSİKİYATRİSİ DERNEĞİ
ADLİ TIP UZMANLARI DERNEĞİ (ATUD)
TRAVMA VE ADLİ PSİKİYATRİ  KOMİSYONU 
BAŞAK SANAT VAKFI
YÜKSEK ÖĞRENİM EĞİTİM VE ARAŞTIRMA VAKFI (YORET)
SOSYAL HİZMET UZMANLARI DERNEĞİ (SHUDER)...

Ortak Çağrısıdır......


KAMUOYUNA DUYURULUR.....

Çocuk istismarının önlenmesi ve ortadan kaldırılmasına yönelik yapılacak hukuksal düzenlemelerin önem taşıdığı yadsınamaz bir gerçektir. Bu hukuksal düzenlemeler, çağın akışına uygun ve çocuk hakları doğrultusunda oluşturulan uluslararası sözleşmelerle eşgüdümsel bir bağlam ve içerikte oluşturulmalıdır.
Çağdışı ve çocuk haklarına aykırı bir önerge,ülkemizde 13 Temmuz 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi, çocuğa yönelik cinsel istismar suçunda 15 yaş kuralına ilişkin düzenlemeyi (Türk Ceza Kanunu’nun 103. Maddesinin 1. fıkrasındaki hükmü) iptal ederek; çocuğun “rıza”sının ve ileride “kendisine cinsel istismarda bulunan kişiyle evlenme olasılığının” cezanın yeniden değerlendirilmesi ve hafifletilmesinde dikkate alınması yönündeki gerekçelere dayanan bir karar vermiştir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin TCK’nın 103/1’inci maddesini iptal eden kararı ile yakın tarihte TBMM’nde görüşülmekte olan kanun tasarısının geçici 1. Maddesine eklenmesi öngörülen ‘’2- Cebir, tehdit hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın 16.11.2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçundan, mağdurla failin evlenmesi durumunda, ceza açıklamasının geri bırakılmasına, hüküm verilmiş ise cezanın infazının ertelenmesine karar verilir. Zaman aşımı süresi içinde evliliğin, failin kusuruyla sona ermesi halinde fail hakkındaki hüküm açıklanır veya cezanın infazına devam olunur. Bu fıkra uyarınca fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına veya cezanın infazının ertelenmesine karar verilmesi durumunda suça azmettiren veya işlenişine yardım edenler hakkında kamu davasının düşmesine veya infazının ortadan kaldırılmasına karar verilir.’’ içerikli fıkrası tümüyle çağdışı ve çocuk haklarına aykırı iki durumdur. 
‘’Cinsel istismar’’ kavram olarak zaten cebir, tehdit, hile ya da iradeyi etkileyen herhangi bir nedenle gerçekleştirilen bir eylemdir. Dolayısıyla bu önerge kendi içinde çelişkiler taşıyan, geçersiz bir önergedir. 
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) nerede?
Anayasamızın 90. Maddesi gereğince temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmelere aykırı düzenleme yapılamaz. Oysa ki Anayasa Mahkemesinin bu iptal kararını esas olarak verilen önerge Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını ya da Anayasanın bile üzerinde kabul ettiğimiz Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmelerini özellikle çocuğun yüksek yararını, çocukların ihmal ve istismardan, zararlı geleneksel uygulamalardan korunmasını öngören  Çocuk Hakları Sözleşmesi, Lanzarote Sözleşmesi( Çocukların Cinsel ve İstismar ve Sömürüye Karşı Korunması Avrupa Konseyi Sözleşmesi)ne açıkça aykırı olduğu gibi, bu konuda ileriye doğru atılması gereken adımlar varken, tersine doğru bir gidişi göstermektedir.
Ayrıca, önerge ile tüm yönleriyle karşı çıkmamız gereken erken evlilik(yasal olmayan) geleneklere kültürel ve ekonomik duyarlılık gösterilmesi konusu gündeme getirilirken, zararlı geleneksel uygulamalar konusunun yasal bir bağlamda ele alınmadığı, tam aksine yasal zemine kavuşturulmaya çalışıldığı, kültürel/geleneksel/ekonomik duyarlılık konularının yasal ve çocuğun yüksek yararını dikkate alan bir mercekte incelenmemiş olduğu, çocuklara ilişkin yalnızca bugünkü sonuçlar değil, gelecekteki doğurgular üzerinden de değerlendirilme yapılması gerekliliğinin göz ardı edilmiş olduğu görülmektedir. 
18 yaşın altındaki her birey çocuktur.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre 18 yaş altındaki tüm bireyler çocuktur. Dolayısıyla bir çocuğun kendinden yaşça büyük bir kişi tarafından cinsel eyleme yönlendirilmesinde “çocuğun rızası” diye bir gerekçeden söz edilemez. Örneğin, 13 yaşındaki bir çocuk, kendinden yaşça büyük bir kişinin cinsel eylemi ile karşılaştığında, korku, utanç, suçluluk duygusu, boyun eğme itkisi ile bu duruma karşı koyamadığında burada çocuğun “rızası” mı söz konusudur? Bu durum böyle mi yorumlanacaktır? Bu yorum, tümüyle bilimsel gerçeklere aykırı ve çocuk hakları ile çelişen bir yorumdur ve bu tür bir yoruma dayalı bir gerekçe geçerli sayılamaz. Anayasa Mahkemesi İptal Kararının 16. paragrafındaki “istismarcısıyla resmi evliliğe” dönüşme konusunun onarıcı adalet olarak gösterilmesi başlı başına tedirgin edicidir. Bu durumda erkek çocukların tacizi durumunda “onarıcı adalet” mekanizması nasıl işleyecektir? Kız çocuğu açısından bakıldığında da, taciz ya da tecavüze uğrayan bir çocuğun “iyileşmesi için” tacizcisiyle evlendirilmesinin gerektiği, böylece çocuğun “namusunun temizleneceği” görüşü, ortadan kaldırılması gereken ve kabul edilemez bir kalıp yargı olmasına karşın böyle bir önerge ile desteklenmekte ve yüceltilmektedir. Cinsel tacize uğrayan çocuğun iyileşmesi, uygun psikososyal yaklaşımla ele alınmasına ve desteklenmesine bağlıdır. Ayrıca tacizcisinin de gerekli cezayı aldığını görmesi çocukta “suçlu ben değilim bunu bana yapan kişi” gibi bir düşüncenin oluşmasına ve çocuğun iyileşmesine katkıda bulunur.
“Çocuğun daha sonra kendisine tacizde bulunan kişiyle evlenme durumu’’, gerek çocuk gerek erişkin olsun, tümüyle insan haklarına aykırı bir durumu içermektedir. “İleride bu çocuk kendisini taciz eden bu kişi ile evlenebilir ve durum düzeltilebilir”, “dolayısıyla da istismarı yapan kişiye bu denli ağır cezalar vermek (en az 8 yıl) gerekmeyebilir” tarzı bir yaklaşım, çocuğun birey olma, kişilik ve korunma haklarını tümüyle yok sayan, kız çocuğunu erkeğin malı gibi gören zihniyetin doğurgusudur ve kabul edilemez.  Ayrıca, insanın istismarcısı/tacizcisi ile evlenmesi, o kişinin özdeğer duygusunu, benlik saygısını zedeler. Onda öfke duygusunu ortaya çıkarır ve kendine ya da karşısındakine zarar verme itkisini tetikler. Bazen de tacizci ile evlenmek insanda kayıtsız şartsız bir teslimiyeti ve depresif bir uysal uyumu beraberinde getirir. Her iki durumda da çocuğun ruhsal, sosyal ve bilişsel gelişimi olumsuz yönde etkilenir. Bu tür evliliklerden doğan çocuklarda anne-çocuk ilişkisinde bozukluklar, bağlanma sorunları ve gelişimsel aksaklıklar ortaya çıkar.
Kız çocuklarına kadın kimliği biçilmekte: 
Ülkemizde kız çocuklarına erkenden “kadın kimliği” biçen, kız-erkek, kadın-erkek eşitliğini görmezden gelen, cinsiyet ayrımcılığını öne çıkaran toplumsal eğilimler, giderek yaygınlaştıkça cinsel taciz oranı da buna bağlı olarak artacaktır.
Çocuklar değil, tacizciler korunmakta
Çocuk hakları konusunda kazanılmış olan süreçlerin yeniden geriye çekilmesi son derecede kaygı uyandırıcıdır. TBMM’ ne sunulan bu önerge ile çocuklar değil, istismarcılar/tacizciler korunmakta; çocuğa yönelik cinsel istismarı/tacizi olağanlaştırılmakta ve dolaylı olarak desteklemektedir.
Özne “çocuk” ise tanım; “çocuk istismarı” dır
Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’ nin 103/1 iptal kararından önce 27.05.2015 tarihli resmi nikâhtan önce dini nikâh yasağını kaldıran kararı, 12.11.2015 tarihli çocuğun cinsel istismarının nitelikli halini düzenleyen 103/2’nci maddesini de aynı gerekçelerle iptal eden kararı ile birlikte ve bu önerge ile çocuk evliliklerinin önü açılmakta, adına geleneksel evlilik diyerek hukukta yerine olmayan bir kavramla çocuk istismarcıları korunmakta, çocuklar özellikle kız çocuklar değersizleştirilerek cinsel istismara ömür boyu katlanmak zorunda bırakılmaktadır. Bu önerge çocuk hakları ve kız çocuklarının korunması açısından çok endişe verici olmakla birlikte; beraberinde getirdiği, özellikle ülkemiz kız çocuklarına yönelik ağır ve geriye dönülmesi güç pek çok riski taşıyan bir durumu da içerdiğinden, ivedilikle yeniden gözden geçirilmeli ve düzetilmelidir.
            17.11.2016 tarihinde TBMM Genel Kurulunda verilen değişiklik teklifi ile cinsel istismar failinin mağdur ile evlenmesi halinde ‘’verilen cezaya yönelik olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verileceği’’ düzenlemesinin getirilmek istendiğini öğrenmiş bulunuyoruz.
…………..Tasarının sahibi olan Adalet Bakanlığı’nın, sunulan değişiklik teklifini desteklediğini açıklamış olması böyle bir düzenlemeye ihtiyaç var ise neden tasarıya konulmadığı sorusunu akla getirmekte ve amacın konunun kamuoyunun gündemine gelmeden bir “oldu bitti” ile yasalaşması olduğu anlaşılmaktadır. 
Önerge geri çekilmez ise tacizde bulunan kişinin, istismarcının gözetilmesi sonrası toplumda “adalet” duygusunun zarar görmesi ve cinsel istismara/tacize uğrayan çocuğu koruyan ve savunan hiçbir yasal dayanağın kalmaması ve kız çocuklarının gözden çıkarılmaları, Türkiye’nin bir ortaçağ toplumu, bir ilkel toplum yapısına ve düzeyine geri dönmesi anlamını ve riskini taşıyacaktır.
Bu nedenle, tüm çocukları ve farklı gereksinimleri öngören, yalnızca ceza yasasına odaklanmayan, istismarı önlemeyi de içeren ‘’çocuğun insanlık onuruna yakışır’’ bir düzenleme yapılması gerekmektedir. Ülkemizde istismarcıyı/tacizciyi değil, çocuğu koruyan hukuksal düzenlemelere gereksinim vardır.
Cinsel istimara uğrayan çocuğun, fail ile evlenmesi halinde faile verilecek cezanın ertelenmesine ilişkin düzenleme kabul edilemez
               Bu anlayış, çocuk istismarının kurumsallaşması sonucunu doğuracaktır. Bu düzenleme toplum yararına değildir ve toplumun böyle bir talebi olduğunu da düşünmüyoruz. 
                Getirilmek istenen düzenleme 15 yaşından küçük çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarına yöneliktir ve yaş konusunda bir alt sınır da yoktur. Failin yaşı konusunda da bir ayrım getirilmemektedir. Bu durumda 10-12 yaşındaki bir çocuğa cinsel istismarda bulunan 40-50 yaşlarındaki bir fail, çocuğun 16 yaşına gelmesi ile çocukla evlenebilecek ve cezası ertelenecektir.
                      Bu önerinin gerekçesi olarak; istismar failinin daha sonra istismar mağduru ile evlendiği, çocukları olduğu, failin ceza alması durumunun onları mağdur ettiği yönünde açıklamalar yapılmaktadır. Bu mantıkla; yürürlükte olan yasalara göre, gece saat 21:00’da bir marketten pirinç çalana, bir butikten giysi çalana 7 yıl 6 ay hapis cezası verilmektedir, hırsızlık suçunun faillerinin de evde kendilerini bekleyen çocukları olduğu düşünülürse, mağdur razı ise her suç için bir erteleme kararı mı verilecektir?
Sonuç olarak;
Anayasa Mahkemesi’nin ‘’Cinsel istismar suçunda 15 yaş kuralına ilişkin düzenlemenin iptal edilmesine yönelik kararına karşı durmak ve TBMM’de verilen cinsel istismarcıyla evlendirilmeyi içeren ve Salı günü yürürlüğe konması düşünülen önergenin geri çekilmesini  sağlamak çocukların kız-erkek ayrımına uğramadan, eşit ve özgür bir ortamda eğitilebilecekleri ve gelişebilecekleri uygar bir toplum yapısını yeniden oluşturabilmek; çağdaş, aydınlık, çocuklarına ve gençlerine sahip çıkan bir Cumhuriyet Türkiye’sinin temel yapı taşlarını korumak adına da çok önemlidir.
            Şimdi toplumun tüm kesimlerine bu konuda karşı görüşleri dile getirme ve bu düzenlemeye karşı çıkma görevi düşüyor. En büyük sorumluluk da iktidar partisinin milletvekillerine düşüyor.
          Söz konusu olan Ülkemizin yani hepimizin çocuklarıdır. Çocuklar konusunda birlikte hareket etme zamanıdır. Çocuk istismarına DUR diyelim.
ÇOCUK İSTİSMARINI VE İHMALİNİ ÖNLEME DERNEĞİ olarak, çocuk ve gençlerle ilgili tüm sivil toplum örgütlerini ve kamuoyunu bu karara karşı çıkmaya ve yasama gücünü kullananları da bir an önce bilimsel ve toplumsal gerçekler doğrultusunda kapsamlı, dengeli ve ölçülü olarak bu yasal boşluğu doldurmaya çağırıyoruz.
Saygılarımızla..