7 Eylül 2012 Cuma

Prof.Dr.Yankı Yazgan Söyleşisi: Alkış Tutanlar En Çok Telaşlanması Gerekenler...


Eğitim sistemi değişti, okul çağında çocuğu olanların uykusu kaçtı. 4+4+4, okula 66 aylık başlamak, müfredatın değişmesi... Çocuklar nasıl etkilenecek? Yeni sistem nasıl uygulanacak? Çocuklara etkisi ne olacak? Her kafadan bir ses çıkıyor. Biz ise en yetkin seslerden birine başvurduk bu hafta. Çocuk ve ergen psikiyatristi Prof. Dr. Yankı Yazgan’a...

02 Eylül 2012
‘Alkış tutanlar en çok telaşlanması gerekenler’
Miraç Zeynep Özkartal / zeynep.ozkartal@milliyet.com.tr
Yeni eğitim sistemiyle çocukları yaşlarına ve gelişimlerine uymayan bir yükün altına sokmanın sonuçları ne olur?

Burada şöyle bir itirazla karşılaşabilirsiniz. Her gün yeni bir haber yayımlanıyor. İşte eğitim resimli olacak, harfler olmayacak, çocuklara büyük bir yük bindirilmeyecek. Çünkü uzmanların itiraz noktası çocukların taşıyamayacakları bir yük altına girmeleri. 66, 67, 68 aylık, hatta 72 ayın üzerindeki çocukların da bir bölümü için geçerli olan bekleme sürelerinin son derece düşük olması, konsantre olma becerilerinin son derece yetersiz kalacağı.

 Bu itirazlarla hemfikir misiniz?

Tabii ki. Bunun için gelecekle ilgili tahminde bulunmaya gerek yok. Mevcut düzende, ülkemizde okula
72 aylık başlayan çocukların 1’inci, 2’nci, 3’üncü sınıf performanslarına baktığımızda, davranışsal olarak bu yükü kaldıramadıklarını gösteren belirtiler başka bir çok yerdekinden daha fazla gözleniyor. Yükü kaldırır ya da kaldıramaz tahmininden ziyade, zaten kaldıramıyorlar. Aksi için de çok az sebep var.

 Neden?

Müfredat hafifletilse bile, müfredatın uygulandığı sınıf boyutları, öğretmenlerin yetkinlikleri, onlara verilen destek, sınıfın fiziki şartları... Bunlar en ideal müfredatı bile uygulamayı zorlaştıracak düzeyde. İstanbul’un bir ilçesinde çalışma yaptık. Meşhur birkaç devlet okuluyla daha tali, kenarda kalmış, daha ziyade Kürtçe konuşan, göçmen olarak İstanbul’a gelmiş ailelerin yoğun olduğu bir okulu kıyasladığımızda gördüğümüz bir tablo var. Misillerle ölçülebilecek farklar vardı yükü kaldırma açısından, ki hiçbiri 66 aylık başlamamışlardı.

 Öneriniz nedir?

66 aylıkların yükünü hafifletene kadar 72 aylıkları o yükü taşıyabilecekleri düzeye getirmek, öğretmenlerin ve okulların koşullarını çocukların bu yükü taşımasını kolaylaştıracak şekilde değiştirmek gibi birtakım adımlar varken 66 ayı bu sürecin içine bu şekilde katmak pek manalı gelmiyor. O nedenle okul öncesi eğitimin birçok uygar ülkede olduğu gibi üç yaşa kadar yüzde yüz katılımla geriletilmesi, çocukların yük taşıma kapasitesini arttıracağı gibi öğretmenlik yapmayı da kolaylaştıracak.

 Sistemin bir tarafında öğrenciler varsa diğer tarafında öğretmenler var. Öğretmenler hazır mı bu yaş grubundaki çocuklara?

Bizzat öğretmenlerin küçük çocuklarla eğitim konusunda kendilerini yeterli hissetmediklerine dair görüşleri var. Şu anda müfredat değişikliğiyle 1’inci sınıf çocuklarına okul öncesi müfredat uygulanacak. Ama adlarını 1’inci sınıf koyuyoruz. O zaman onun adını okul öncesi koyalım, bütün 60 aylık çocuklar zorunlu okul öncesi öğrencisi olsunlar. Benim aklıma gelen formül budur. Ama yetkililerin bir bildiği var ki, okul öncesi eğitimi verip bunun adına 1’inci sınıf diyorlar.

 Bu kararda makul bir taraf görüyor musunuz?

Şu andaki verilerle göremiyorum. Belki benim göremediğim bir kısmı vardır.

 Bunu samimiyetle mi söylüyorsunuz?

Çok samimiyetle söylüyorum. Buna inanmak da istiyorum. Aksi takdirde bu kararda imzası olanların doğru kararlar almadığını görmek temel güven duygusunu çok sarsar. Eğitimle ilgili zaten hepimizin karmaşık ve düşük olan beklentilerini daha da aşağı çeker.
“Orta-üst sınıfın çocukları uygulamadan daha az etkilenecek”

Velilerin temel sorusu şu: “Ben ne yapacağım?”. Somut bir soru sorayım. Sizin bugün 66 aylık bir çocuğunuz olsa ne yaparsınız?

Ben diyelim ki toplumda orta-üst sınıftan birisiyim. Bu sınıftakiler nüfusun yaklaşık yüzde 10-15’ini oluşturuyor. Bu grubun çocukları bu uygulamada en az riskli olanlar.

 Nasıl?

Onlar okul öncesi eğitimi alıyor, bir ya da iki çocuklu ailede büyüdükleri için ailenin bütün özenini görüyorlar. Dolayısıyla bu çocuklar müfredat değişikliğinin hafifletilmesiyle okula
66 aylık gittiklerinde daha az sıkıntı yaşayacaklar. Asıl zorluk, toplumun bu konuda memnun gözüken, durumdan kaygılanmayan, bunları muhalefet ya da entel dertlenmesi gibi gören kesimler için geçerli. Toplumun ortanın altındaki gelir grubundaki çocuklar okul öncesi eğitim almıyor, anne babaları onlara belli imkanları sağlayamıyor. Bu yaş grubundaki çocukların çoğunluğu hazır değiller. Kısacası çok küçük bir grup için ekstra bir zarar olmaz. Ama büyük çoğunluk nasıl bir zarara uğrayacak, henüz bilmiyoruz.

 Sorumu tekrara edeyim, siz olsanız ne yaparsınız?

Benim çocuklarım 3 yaşından itibaren okul öncesi eğitim aldılar. Dolayısıyla 66 ayla 72 ay arasında fark olmazdı. Ama ben mutlu azınlık mensubu bir insanım. Ülkedeki makro politikalar mutlu azınlık sayılan insanların koşullarına göre belirlendiği takdirde toplumun büyük çoğunluğunun temel ihtiyaçları karşılanmamış oluyor. O nedenle bugün en çok telaşlananlar en az telaşlanması gerekenler. Hiç telaşlanmayanlar, hatta alkış tutanlar da en çok telaşlanması gerekenler.
“Erken başlayan din dersleri, o çocukların iyi birer dindar olmalarını engeller”
 Din dersleri de 1’inci Sınıfta başlayacak. O yaşta bir çocuk din bilgilerini nasıl kavrar?

Bu şekilde dinsel eğitim mümkün değil. İyi davranmak, iyi bir insan olmak, başkasına zarar vermeden kendi özgürlüklerini sonuna kadar yaşamak, din dersiyle değil bir yaşam tarzıyla öğretilebilir. Bunlarla daha çok uğraşmak çocuklarımızın ahlaklı, iyi insanlar olması için lüzumlu. Çünkü ezbere öğrenilmiş din bilgisi, insanları daha iyi ve daha dindar yapmıyor.

 Nasıl?

Bu kadar erken başlayan din derslerinin, o çocukların iyi birer dindar olmalarını engelleyeceğini düşünüyorum. Çocuklarının iyi bir din eğitimi almasını samimiyetle isteyen milyonlarca insan olduğundan eminim.
Bu insanların devletin sunacağı tektipleştirici bir din eğitimini kabul etmek zorunda olmadıklarını düşünüyorum. Küçük yaşta henüz muhakeme becerisi gelişmemiş çocuklara bu bilginin sunulması, çocukların konuyu kavramadan
hap gibi yutarak gelişmelerini sağlar. Gerek öğrenme stratejileri gerekse toplum düzeni açısından uygun gözükmüyor.
“İleride ameliyat olacağınız doktor da böyle yetişecek”
Milat gazetesinde Sevda Salihoğlu Dursun’un bir yazısı var ve diyor ki, “Verilen kriterleri uygulama işini çocuk doktorların değil rehberliklerin yapması gerekir”. Katılıyor musunuz?

Doktorlar tıbbi konuda kararlar verirler. Eğer eğitimi engelleyen tıbbi bir durumsa, hekim görüş belirtebilir. Örneğin tüberküloz sebebiyle de bir çocuk okula gidemeyebilir. Ama okul performansını etkileyebilecek tıbbi tanılarla ilgili branş, çocuk ve ergen psikiyatrisidir. Ancak eğitimciler çocukların eğitsel yükü taşımaya hazırlıklı olup olmadığı kararını vermeye yetkindir. 60 aylık bir çocuğun
40 dakikalık bir dersi izlemesini beklemiyoruz. Ki tekrar ediyorum, 72 aylık ya da 84 aylık çocuklarımız da zaten bunu yapamaz vaziyette.
Bu uygulama bu yıl başladığı için 66 aylık çocuklarla 82 aylık çocuklar bir arada okuyacaklar. Bu durum çocukları nasıl etkiler sizce?

82 aylık çocuğun sıkıntıdan patlamasına sebep olabilir. Hele ki okul öncesi eğitimden geçtiyse. Bu durum özellikle de özel okulları müfredat dışına çıkmaya mecbur edecek.  Gereğinden fazla ya da az yük taşımak her birey için içinde olduğu ortamdan kopma sebebidir. Bu da eğitimin başlangıç senesinde sonraki dönemleriyle ilgili onarımı kolay olmayan soğuma yaratır. Benim en büyük endişem, zaten insanların çoğunun öğrenmekten mümkün olduğunca uzak durduğu bir kültürde eğitimin usulen yapıldığı bir sürece girmek.

 Bu yaş grubunda çocuğu olmayanlar ya da hiç çocuğu olmayanlar bu konuyla ilgili değiller. Muhtemelen bu söyleşiyi bile okumayacaklar. Gerçekten de onları hiç ilgilendirmiyor mu?

Bu uygulama zaten çok da başarılı olmayan eğitim sisteminin olumsuza doğru gidişini getirecek. Uygulamanın, temel öğrenme becerileri yeterince gelişmemiş insan oranını daha da arttırmasını bekliyorum. Kendi çocuğumuzolmasa
bile evleneceğimiz adam ya da kadın, yanımıza alacağımız eleman, otobüsüne bineceğimiz şoför, ameliyat olduğumuz doktor da bu şekilde yetişecek. 
“100 bin çocuğa rapor verirseniz salgın hastalık demektir”
Çocuğunu bu kadar erken okula göndermek istemeyenlerin rapor almasını doğru buluyor musunuz?

Türkiye’de rapor alma, her zaman kötüye kullanılmış bir mekanizmadır. Yöneticilerin elemanlarına izin verme hakkını kullanacaklarına, doktordan sahte rapor getirmek üzerine kurulu bir kültür var. Büyük bir kısmı sahtekarlık, doktorları da bu sahtekarlığa alet etme. Bu bir. İkincisi, çocukların tanımlanabilir bir ruhsal ya da gelişimsel bozuklukları olduğu takdirde doktorlar zaten bu raporları vermekle sorumlular.

 Rapor, sistemi yenebilir mi?

Rapor almaktan ziyade bir karar değişikliği gerekiyor. Yoksa gelişimi müsait değildir raporunu 100 binlerce çocuğa vermek gerekiyor. 100 binlerce çocuğa bir rapor verdiğinizde salgın hastalık var anlamına gelir. Oysa ortada salgın hastalık değil, yanlış verilmiş bir karar var. Çocukları anlamsız bir şekilde taşıyıp taşıyamayacakları belirsiz yükler altına sokuyoruz. Bundan korunmak için doktor raporu değil yetkililerin aklıselimi gerekiyor.

Hiç yorum yok: