25 Haziran 2012 Pazartesi

Turkforensic Adli Tıp ve Adli Bilimler Sitesi Editörlerini Arıyor...


Yrd.Doç.Dr.Uğur KOÇAK
Değerli Adli Tıp Uzmanı ve Adli Bilimciler;
Gün geçmiyor ki medyada Adli Tıp ve Adli Bilimlerle ilgili haberler yer almasın. Kimi zaman cinayet, cinsel saldırı, çocuk istismarı, işkence, kimi zaman da internet bankası veya cep telefonu dolandırıcılığı haberleriyle sürekli karşılaşmaktayız. Toplu halde bulunan iskeletlerin tarihi mezarlık, örgütsel cinayetler, yoksa toplu katliamdan mı kaynaklandığı medyada yoğun bir tartışma zemini bulmakta.  Çoğu zaman sadece seyirci olmakla birlikte hayatımızın bir döneminde doğrudan olayın mağdurları arasında yer almamız da mümkün.
Günümüzde geleneksel Adli Tıp hizmetlerinin ötesinde DNA analizinden Adli Entomolojiye, Biyoteknolojiden Adli Antropolojiye, Kimyasal analizden Psikolojik izleme, Adli Bilişimden Adli Animasyona kadar çok çeşitli uzmanlık dalları ve analiz yöntemlerinin ortaya çıkması sayesinde kriminal olayların aydınlatılarak faillerin ortaya çıkarılma imkanı artmıştır. Bu araç ve yöntemlerin suçla mücadelede etkin olarak kullanılabilmesi için farklı eğitim ve uygulama alanlarına mensup kişilerin aynı amaçlarla bir araya gelmesi, diğer bir deyişle multidisipliner ekip çalışması ihtiyacı doğmuştur.
Adli Bilimler çok geniş bir yelpazeye sahip olduğundan bu alanda bilgi paylaşımı yapan bir hayli internet sitesi mevcut. Ancak gerek Adli Tıp, gerekse diğer dallarda zengin ve güncel içeriğe sahip, uzun soluklu internet sitesinin sayısı bir elin parmağını geçmeyecek kadar az.
Turkforensic Adli Tıp ve Adli Bilimler Sitesini hazırlarken Adli Bilimcileri bilimsel anlamda bir araya getirmek, ve bilgi alışverişini sağlayacak bir zemin oluşturmayı hedefliyoruz. Hakim, savcı ve avukatlar ile yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin Adli Bilimlerden daha fazla yararlanmasını sağlayacak, ihtiyaç halinde başvurabilecekleri bir kaynak site olmasını ümit ediyoruz. Adli Tıp ve Adli Bilimler alanındaki genel mesleki bilgileri, ulusal ve uluslar arası bilimsel etkinlikleri ve  medyada yer alan önemli haberleri paylaşmanın yanı sıra çeşitli dallarda uzmanlaşmış bilim insanlarının birbirlerini daha yakından tanımasına ve disiplinler arası işbirliğini arttırmaya yardımcı olmayı hedefliyoruz.
İşte bu nedenle, Adli Tıp ve Adli Bilimlerin çeşitli alanlarında çalışmakta olup yapmış oldukları bilimsel ve akademik çalışmaları paylaşmayı arzu eden akademisyen ve uzmanları Editör olarak aramızda görmek istiyoruz.
Kendi uzmanlık alanlarına ait konularda Sitenin içeriğini belirlemek, yayınlanacak makale, eleştiri, yorum ve haberleri değerlendirmek, kendi çalışma ve yorumlarını yayınlamak isteyen Adli Bilimcileri Turkforensic Adli Tıp ve Adli Bilimler Sitesinin içerik Editörleri arasında görmek istiyoruz.
Bu konuda ayrıntılı bilgi almak isteyenler drugurkocak@gmail.com e-posta adresine mesaj atarak Yrd Doç Dr Uğur Koçak ile irtibata geçebilirler.
Saygılarımızla.

Turkforensic Ekibi Adına 
Yrd Doç Dr Uğur Koçak

SAĞLIK HUKUKUNUN GÜNCEL SORUNLARI...

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=7137

Türkiye'de resmi nikâhların 3'te 1'i kadar 'çocuk gelinler' var...


HÜLYA KARABAĞLI - T24/Ankara

Doç.Dr.Rıza YILMAZ
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi
Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Rıza Yılmaz, Türkiye’de çocuk gelin oranını yüzde 30-35 olarak gösterdi. Dini nikah evliliklerin kaydı olmadığına dikkat çeken Doç. Yılmaz, “Resmi oranın, sosyolojik araştırmalarda elde edilen verilerle birlikte ele alındığında ülkemizdeki çocuk gelin oranının yüzde 30-35 arasında seyrettiğini söyleyebiliriz” dedi.
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi ile Adli Bilimciler Derneği’nin düzenlediği “Çocuk Hakları Sempozyumu’nda, Türkiye’nin kanayan yarası ‘çocuk gelinler’ irdelendi. Bülent Ecevit Üniversitesi’nden Doç. Dr. Rıza Yılmaz, ‘Çocuk Gelinler” sunumunu yaptı. Çarpıcı rakamlar ve değerlendirmelere yer veren Yılmaz, yoksullukla ‘çocuk gelin’ olgusunun doğru orantısına dikkat çekti.  
Doç Dr. Yılmaz’ın yaptığı sunum şöyle:
-Çocuk gelinlerin hangi gelir grubuna giren ailelerde görüldüğüne ilişkin, yapılan araştırmalar, çocuk gelin görülme sıklığı ile ailenin yoksulluğu arasında doğru orantı olduğunu saptamıştır.
-Kız çocuklarında görülen erken yaş evlilikler ile ülkenin gelişmişlik düzeyi arasında da doğrudan bir ilişki olduğu gösterilmiştir.
-15-19 yaş aralığında kızlarda evlenme oranı, Azerbaycan’da yüzde 12, Lübnan’da yüzde 13.2, Mısır’da yüzde 15.9, Peru’da yüzde 12.5, Şili’de yüzde 11.7, Arjantin’de yüzde 12.4. Türkiye’deki oran ise yüzde 15.5 olarak tespit edilmiştir.
Para yüzünden evliliğe zorlanıyorlar
-Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ve ülkenin diğer pek çok bölgesinde, sosyo-ekonomik düzeyi düşük ailelerin, 10’lu yaşlardaki kız çocuklarını, para karşılığında, ileri yaşlardaki erkeklerle evlendirmeye zorladıkları ve evlendirdikleri bilinmektedir
-Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından yapılan “Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008” isimli çalışma 10,525 kişi üzerinde yapılmış, bunlardan 7405 kişi 15-49 yaş aralığında ve kızlarda evlenme yaşı 12’ye kadar düşmüştür.
-Günümüzde, doğurgan yaşlarda olan kadınlar 10 yıl öncesine göre çok daha fazla eğitimlidirler. Geçen on yıl içinde, ilköğretimin en az ikinci kademesini (8 yıllık zorunlu eğitim) bitiren kadınların oranı yüzde 65 artmış, ilköğretimin birinci kademesini (5 yıl) bitirmemiş kadınların oranı da yüzde 41 azalmıştır. Kadınların yaklaşık beşte biri, eğitimi olmayan veya ilköğretimi tamamlamamış kadınlardır, ancak kadınların önemli bir oranı (yüzde 21) en az lise mezunu olduğu görülmektedir. kadınların yaklaşık yüzde 52’si sadece ilköğretim birinci kademe eğitimi tamamlamışlardır.
-Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün “Türkiyenin demografik dönüşümü” isimli çalışmasında; Ortalama ilk evlenme yaşı 1940’lı yıllarda erkekler için 23, kadınlar için 19 iken, 2000’li yıllarda 27’ye 24 olarak belirlenmiştir.
Diyarbakır’da 15 yaşında evlilik oranı yüzde 19
-2008 yılında yayınlanan bir çalışmada (Opinions on early-age marriage and marriage customs among Kurdish-speaking women in southeast Turkey) Diyarbakır’da 15 yaş ve üstü 966 kadın ile görüşme yapılmış. 15 yaşında evlilik oranı yüzde 19 olarak belirlenmiştir. Menstruasyon gören kız çocuklarının artık evlenebileceği şeklinde bir görüş hakim olduğu belirtilmiştir. Bunun sebebi olarak ailenin onurunu korumak şeklinde bir açıklama yapılmaktadır. Evliliklerin hatırı sayılır bir oranın beşik kertmesi, akraba evliliği ve berdel evliliği şeklinde gerçekleştiği bildirilmiştir.
-Cinsel ilişkiye girmeye biyolojik olarak hazır olmayan kızların, çocuk evliliği yaparak, kendilerini cinsel eylem içinde bulmaları, genital bir dizi hastalığa davet çıkarmanın yanısıra, kalıcı psikolojik hastalıkların oluşmasına da neden olmaktadır
-Az gelişmiş ülkelerde, çok sayıda kız, erken yaşlarda evlendirilmek suretiyle; öğrenim ve sağlıklı yaşama hakkından alıkonulmaktadır. Bu ise, kadının toplumdaki statüsünün düşmesine ve daha yoğun cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmasına neden olmaktadır. Çocuk evlilikleri, genellikle yasal olmayan evlilikler şeklinde gerçekleştiğinden, çocuk gelinler, medeni nikahla kazanacakları haklardan mahrum olmaktadırlar.

Melankoliden Çıkışın Reçetesi Sosyal Yönden Tam İyilik Hali...


Prof.Dr. Ahmet Nezih KÖK
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı

Bir zamanlar Sevgili Nükhet Duru’nun söylediği, sözleri Sezen Aksu’ya ait “Melankoli” adlı sevilen bir şarkı vardı. “Beni en güzel günümde sebepsiz bir keder alır”, bu şarkının ilk sözleridir.  Şarkıdaki gibi beni de sık sık sebepsiz hüzünler alır, melankoliye, hatta bazen depresyona girerim. Bu olumsuz duygudurum hali, sıklıkla, sabahleyin uyandığımda olur. Yataktan kalkmayı canım istemez, hayat anlamsızdır. En güzel şey, yatıp uyumaktır. Evde yalnız değilsem bu durum beş dakikada geçer. Yalnızsam, bu durumumdan kurtulmam daha uzun sürer. Bu durum, bazen radyoyu, televizyonu açınca ya da sokağa çıkıp insan içine karışınca geçer.

 Ampirik ve bilimsel bilgilere dayanarak, hemen her insanın da benim yaşadığım süreci bazı kereler yaşadığını biliyorum (En azından şarkılara konu olduğunu). Bunun ruhsal yönden belirli sınırlar içinde patolojik olmadığını da biliyorum. Ancak son zamanlarda melankoli halimin daha sık ve uzun seyretmekte olduğunu biliyor, bu nedenle endişelenmiyor da değilim.

Yaşım ilerliyor, bunun bilincindeyim. “Acaba, melankoli halim buna mı bağlı?” diye sorguluyorum. Hiç kuşkusuz ki bunun da sürece etkisi var. Ancak; tek sebep bu değil. Zira; elli yıllık ömrümde Allah'a şükürler olsun ki, elde ettiklerim beni fazlası ile memnun etti. Amaçladığım çoğu hedefe vardım. Bireysel manada melankoli durumumu açıklayacak yeterli bir neden bulamıyorum. Aslında tehlikenin büyüklüğü de burada.

Uzun bir düşünce süreci sonucunda, melankoli halimin nedenini sağlığın tanımında buldum. Dünya Sağlık Örgütü sağlığı ne de güzel tanımlamış “Bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali”. İşte, sağlık için gerekli olan, ama yeterli olmayan bedenen ve ruhen bireysel iyilik hali bende mevcut olmakla birlikte bende olmayan ya da bana yeterli gelmeyen sosyal yönden iyilik halinin melankoli nedenim olduğuna karar verdim.

Ayrılıkçı terör ateşi ülkeyi sarmış, sekiz evladımız daha yirmili yaşlarda ülkem için şehit düşmüş,  yağ oranım %18 olsa, obez olmasam ne çıkar! Trafik teröründe Üniversitemdeki arkadaşlarımın civan gibi beş evladı vefat etmiş, haykırışlara yürek dayanmaz, benim kan basıncım 120/80 mmHg olsa ne çıkar! Gurbetten büyük umutlarla nafakasını çıkarmak için Başkent’e gelmiş,  Türkiye Büyük Millet Meclisi bahçesinde alınacak ilk tedbirlerle önlenebilecek göçükte genç işçi ölmüş, benim kan şekerim 75 mg/dL olsa ne çıkar! Apartmandan çıkarken karşılaştığın insanlar selam vermiyorsa, trafiğe çıktığında insanlar bir araba önde olmayı kendilerine hedef seçmişse, benim kolesterolüm düşük olsa ne olacak! Alışverişte satıcı, malını bir kuruş fazla satmak için müşterisini kandırıyorsa, televizyon reklamlarında reklam edilen üründen çok, reklamda oynayan ön plana çıkarılıyorsa dumansız hava saham olsa ne çıkar!..

Hastasını tedavi eden doktor dövülüyorsa, hemşire taciz ediliyorsa, kız çocuklarımızı yeterince okula gönderemiyorsak, kadınlarımız sokak ortasında evlatlarının gözü önünde bıçaklanıyorsa, analarımız-babalarımız bakım yurtlarında bayramı yalnız geçiriyorlarsa sezaryen oranınız %3 olsa ne çıkar!..

Sosyal bir varlık olan insan, içinde yaşadığı toplum kadar mutlu ve başarılı olur, geleceğe güvenle bakar. İdare edenler-idare edilenler, küskünler-barışıklar gelin,  sağlığı, ölçülerde aramayın, sosyal yönden iyilik halini yakalamaya çalışalım, bu olmazsa, yarın mutlaka bedenen ve ruhen rahatsızlıklarımız ortaya çıkacaktır. 
“İnsan onuru her şeyin üstündedir.” düşüncesine sadık kalarak şunu unutmayalım; “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”

Adli Tıp Gündemine Takılanlar...


Prof. Dr. Yasemin BALCI
Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi
Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Geçtiğimiz aydan beri adli tıp gündemine takılan konulardan ilki küretaj yasağı idi. Eskiden kriminal abortuslar adli tıbbın temel konularından biri idi. Kriminal abortus, kadınların ya tek başlarına ya da yardımla yasa dışı yöntemlerle gebeliklerini ortadan kaldırma çabasıdır. Bunun için kullanılan yöntemler; defalarca yüksekten atlamak hoplamak zıplamaktan, vajinal yoldan bazı sivri cisimleri rahime ulaştırıp fetusa zarar vermeye çalışmak veya bazı ilaç ya da bitkisel ürünler kullanarak gebeliğe zarar vermeye kadar insan aklının yaratıcılığına bağlı olarak pek çok sayıdadır. Bu eylem esnasında kadınlar ölebilmekte veya sakat kalabilmekte idi. Eski adli tıp makalelerinde bu tür olgular seri halinde ya da olgu sunumları şeklinde yer almakta idi. Sonraki yıllarda,  10 haftaya kadar olan istenmeyen gebeliklerde isteğe bağlı olarak rahim tahliyesine izin verilen yasal düzenlemeye ek olarak, doğum kontrolü konusunda halkın bilinçlenmesi ile her geçen yıl kriminal abortusların sayısı azalmış, adli tıbbın temel konusu olmaktan neredeyse çıkmıştı.  Şimdi rahim tahliyesi yasağı yine gündemde, doğal olarak kriminal abortuslar adli tıp gündemine oturacak. Adli tıp uzmanları mahkemelerden gelen pek çok soruyu aydınlatma sorumluluğu ile karşı karşıya kalacak. Bu sorulardan bazıları;

- Kişinin gebe olduğunu anlayıp anlayamayacağı,
- Gebe olmasına rağmen kişinin adet görmesinin mümkün olup olmadığı,
- Kişiye küretaj yapılmış olup olmadığı veya kişinin küretaj yaptırmış olup olmadığı,
- Kişiye küretaj yapılıp yapılmadığının tıbben belirlenmesinin mümkün olup olmadığı,
- Kişiye küretaj uygulanmışsa ne zaman uygulanmış olduğu,
- Kişinin bazı ilaçlar kullanarak gebeliğini sonlandırmasının mümkün olup olmadığı,
- Kişiye uygulanan tıbbi işlemin küretaj olup olmadığı vb. şeklinde sıralanabilir.
Diğer yandan kişinin ölümü kriminal abortusla ilişkili ise kendi kendine düşük yapmaya çalışan anne de ölmüş olduğundan kim suçlanacak, kime ceza verilecek? Kişiyi gebe bırakan babaya mı? Yoksa rahim tahliyesini yasaklayan yasa koyuculara mı? 

Yapılan eyleme bağlı olarak ameliyatla uterusu alınarak kişi hayata döndürülebilmiş ise işlev yitimi ve çocuk sahibi olmasına engel teşkil eden bu durum TCK’nın 87. maddesince cezalandırılması gereken bir durum olacak. Yine ceza kime kesilecek?

Emekli hekim, ebe/hemşire vb. sağlık mensupları ile yargı camiası birbirini daha sık görür olacak. Hâlihazırda çalışanlar için ise malpraktis dava sayısı ve adli tıp bilirkişilik talepleri artacak. Kişi üzerinde bırakacağı duygusal yük, sosyal sorunlar vb. bu yazının kapsamı dışındadır.

Özet olarak, küretaj gebelikten korunma yöntemi değildir. Zira küretaj pek çok riski beraberinde getiren ve en son çare olarak düşünülmesi gereken bir işlemdir. Öncelikli olan korunmaktır. Zaten halkın tutumu da bu yöndedir. Ancak etkili korunmanın gerçekleşmediği durumlarda istenmeden oluşan gebeliklerin belli ilkeler çerçevesinde sonlandırılmasının yasaklanması konusu tartışılırken, yukarıda saydığım hususların da dikkate alınmasında yarar bulunduğu kanısındayım.

Adli tıp gündemine takılan ikinci konu, hastanelerde yapılan adli işlemlerin ücretlerinin Adli Tıp Kurumu Döner Sermaye Fiyat Listesi’ne göre ücretlendirilebileceği hususunda Sağlık Bakanlığı Genelgesinin yayımlanmasıydı.  Genelge hepimizin eline ulaştı. Doğrusu, “Oh be, nihayet!” demek geldi içimden. Son derece olumlu bir gelişme. Biz adli tıp uzmanları bu konuda epeyce çaba sarf etmiştik. Geç de olsa dikkate alınmış olması sevindirici. Şimdi sıra geldi, hastanelerdeki adli tıbbi işlemlerin acil işleyişinin içinden alınıp, bu konuda eğitimli hekim ve/veya uzmanlara yaptırılmasına. Doğrusu umutsuz değilim.

Adli tıp gündemine takılan üçüncü konu da, mesai dışı saatlerde yapılan adli tıp işlemlerinde adli tıp uzmanlarına ücret ödenmesi gerekliliği konusundaki mahkeme kararı. Bu da esasen tartışmaya mahal vermeyecek şekilde yerinde bir karar. 
Ne diyeyim, aklın yolu bir.
Sevgi ve dostlukla. Tatil yapabilenlere iyi tatiller!

23 Haziran 2012 Cumartesi

Türk Tabipleri Birliği 62. Büyük Kongresi


ULUSLARARASI ÇOCUK İSTİSMARI VE İHMALİ KONGRESİ, İSTANBUL...






BURS BAŞVURUSU
Yakın zamanda gelen bir katılımcı sponsorluğu katkısı sayesinde, kongreye ilgi duyan ancak ekonomik nedenlerle katılmakta zorluk çeken Türk katılımcılar için Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği (ÇİİÖD) kısıtlı sayıda “kongre katılım desteği bursu” sağlayabilecektir. Bu burs yalnızca kongre kayıt ücreti olan 265 Euro’yu kapsamakta olup kongre öncesi bilimsel etkinlikleri (ustalar sınıfı ve değişmekte olan ülkeler forumu) içermemektedir. Ulaşım ve konaklama için destek sağlanamamaktadır. Burs başvuruları değerlendirilirken başvuru sahibinin:
  • ÇİİÖD Dernek üyesi olması
  • Çocuk koruma alanında aktif olarak çalışıyor ya da bu alanlardan birinde (hukuk, sağlık, psikoloji, sosyal hizmetler, eğitim) lisans/lisansüstü eğitim görüyor olması
  • Kongrede poster ya da sözlü sunum yapmak üzere özet göndermiş olması öncelik nedeni olarak kabul edilecektir.
Burs başvuruları için lütfen 29 Haziran 2012 tarihine kadar aşağıdaki formu doldurup Kongre Sekreteryasına mail olarak iletiniz.
 
Başvuru Formunu indirmek için tıklayınız.
 
Kongre SekreteryasıBROS CONGRESS

Bilge Yüksel
bilge.yuksel@brosgroup.net
Cumhuriyet Mah. Halaskargazi Cad. Tavukçu Fethi Sok. Köşe Palas Apt. No:28/3
Osmanbey - Şişli - İstanbul
Tel: +90 (212) 296 66 70 - 119
Fax: +90 (212) 296 66 71

http://www.ispcan2012.org/tr/burs_basvuru.asp

2. Uluslararası % 100 Yenilenebilir Enerji Konferans ve Sergisi 28-30 Haziran 2012 Maltepe Istanbul









Konferansın tüm oturumlarında Türkçe - İngilizce ve İngilizce - Türkçe simultane tercüme yapılacaktır.


Satır içi resim 1








19 Haziran 2012 Salı

18th Congress of the European Anthropological Association, Ankara, September 3-6, 2012.




Dear Colleagues,

We are pleased to invite you, to participate in the 18th Congress of the European Anthropological Association, which will be held in Ankara, Turkey, on September 3-6, 2012.
This congress will provide a good opportunity to exchange experience in various aspects of biological anthropology, and discuss the most recent and important topics by leading scientists in this exciting field. The congress theme “Human evolution and dispersals” will be an excellent chance to realize the new perspectives, in addition to other subjects including human health, genetics, nutrition and other branches of the humanities.
Ankara is the capital city of Turkey, and the second largest city after Istanbul. The history of Ankara stretches back to the Hatti Civilisation of the Bronze Age, and the city is surrounded with various Phrygian, Roman, Byzantine and Ottoman archaeological sites. Ankara is crowned by the old castle, and hosts Anitkabir, the magnificent mausoleum constructed to commemorate Atatürk.
Social programme -visit to Cappadocia region- will make this event a wonderful experience through a glimps into nature and history.
We sincerely hope, that you will join us in making the18th EAA Congress a success. We look forward to welcoming you in Ankara in 2012.
Yours sincerely,
Erksin Güleç
President of the Organizing Committee

TOPICS
• Human evolution and dispersals
• Human health
• Human skeletal biology
• Public health, determinants, measurements and trends
• Epidemiology
• Growth, maturation and ageing
• Nutrition and global trends
• Ethical and cultural issues in anthropological research
• Human genetics
• Forensic Anthropology
• Sports Anthropology
• Ergonomics and human factor studies
• Paleontology
• Zooarchaeology
• Miscellany
IMPORTANT DATES
January 1, 2012Call for abstracts and early registration and payment
May 1, 2012Deadline for submission of abstracts for oral/poster presentations
June 1, 2012Notification of acceptance of abstracts
June 15, 2012Deadline for an early registration and payment (Late registration starts)
July 16, 2012Deadline for the late registration and payment
August 1, 2012Final program announcement

MEDİKOLEGAL DÜZLEM TIBBİ UYGULAMA HATALARI KİTABI YAYINLANDI...



Ülkemizde tıbbın dinamik gelişimi içinde uygulama sorunları günden güne artmakta ve çeşitlenmektedir. Uygulamada hasta hakları terazinin bir kefesine otururken hekim ve diğer sağlık çalışanlarının hakları zaman zaman daha geride kalabilmektedir. Bu ikisi arasında kalıcı ve sağlam bir denge oluşmadıkça sağlık hizmetlerinin gerçek anlamda ilerlemesi hep tartışılır halde kalacaktır. Bu konuda hakça bir çözüm sağlamak hukukun katkısı olmadan gerçekleştirilemez. Bu denge en az üç ayak üzerinde durabilir ki bu ayaklar hasta, sağlık çalışanı ve hukuk olmalıdır. İş başına halkın seçimi ile geldikleri için hastalara gerekli yardım ve tedaviyi sağlamak ülkemiz şartlarında Sağlık Bakanlığının ve sivil toplum örgütlerinin işidir. 

Hekim ve diğer sağlık çalışanlarının hakları ise kimi ülkelerde gelişmiş sendikal organizasyonlar tarafından korunmakta ve düzenlenmekteyken ülkemizde bu görev şartlar elverdiğince Türk Tabipler Birliği, meslek örgütleri tarafından gözetilmektedir. Tıp hukuku ise ülkemizde henüz emekleme döneminde olan yepyeni bir sayfadır. Sağlık bir düzlem üzerinde ve ancak bu 3 ayak sayesinde ayakta durabilir, yükselebilir. Bu bilinçle bu üç kavramı bir düzlemde tartışmak için Medikolegal düzlem Kitabı Tıpta Uygulama Hataları kitabını çıkarmaya karar verdik. Bundan sonraki yıllarda aynı seride kitabın devamını çıkarmayı düşünmekteyiz.

Tıpta uygulama hataları son yıllarda yapılan hukuksal değişikliklere, özellikle de altyapı ve idari mekanizmanın bu değişime uyumda zorlanmalarının da katkılarıyla birçok hekim ve sağlık çalışanını sıkıntı içinde bırakmıştır. Hali hazırda ülkemizde en büyük sağlık işvereni devlettir ve sağlık hizmeti sunumundan doğan sorumluluklarda işveren ve altyapı sahibine düşecek yükümlülük nedeniyle yapılacak tüm hedef alma ve suçlamalar, devlete karşı olma görünümü vermektedir. Bu da pratikte alt yapı ve organizasyon sorunları nedeniyle gelişen hatalarda dahi hekimlerin daha fazla hedef alınmasına yol açmaktadır. Bir hukuk sisteminde iyi ve doğrunun tanımı yapılmadan yanlışın tanımı yapılamaz. Klinik uygulamalarda da durum benzerdir. Yani öncelikle iyi klinik uygulama tanımı yapılacak ve bundan olan sapmalar hata olarak değerlendirilecektir. Bu da hem son derece dinamik olarak değişmekte hem de standardize edilmesi geniş emek ve katılım gerektiren bir konudur. Bu emek en azından geniş ve sürekli epidemiyolojik çalışmaları, sürekli tıp eğitimini ve alt yapının sürekli iyileştirilmesi çabalarını içerir.

Yayın ilkelerimizi belirlerken Cochrane ilkelerine uyularak belirlenen İyi Klinik Uygulama tanımlaması esas alınacaktır. Bu düzlemde işimiz iyi tedavi standardını belirlemek değildir ancak konunun uzmanlarınca belirlenen söz konusu ilkelerin uygulama yöntemlerini ve standartlarını tartışarak “iyi”nin belirlenmesine ve bu sayede de “kötü”nün anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışmaktır. Bu yolla hekimlerin tedavilerinin tartışılmasından ziyade belirlenmiş ve kabul edilmiş tedavi yöntemlerini uygulamadaki başarı düzeyleri standardize edilmiş olur. Bu düzlemde yükselmek için kanıta dayalı tıp kuralları ile sistemimizi geliştirmek üzere makale, olgu sunumu, görüş ve derleme kabul edeceğiz. Bununla birlikte düzeltme ve önleme çalışmalarının başarıya ulaşması açısından da tıpta uygulama hatalarını tartışacağız. Sonuçta etkin, öznel ve nesnel bir tedavi şemasıyla hekim onurunu birlikte yükseltmenin mutluluğunu tatmayı hedefliyoruz.

Bunun için de haydi yazalım…

Prof.Dr. Yaşar Bilge                           Prof.Dr.Ethem Geçim

18 Haziran 2012 Pazartesi

6th European Academy of Forensic Science Conference will be held in The Hague, the International City of Peace and Justice, from 20 to 24 August 2012...




The conference is open not only to the ENFSI community, but to 
all those who have an interest in forensic sciences. 
Previous conferences have been held in Lausanne (1997), Krakow (2000), 
Istanbul (2003), Helsinki (2006) and Glasgow (2009).

EAFS2012, the 6th edition in this series, will be held in The Hague and is hosted by the Netherlands Forensic Institute (NFI). EAFS2012 has a number of features, such as a focus on current multidisciplinary themes, a distinct interactive character, excursions to prestigious International Institutions based in The Hague and communication through social media. Furthermore, a forensic poet has a surprise in store for the participants.

The title "Towards Forensic Science 2.0" emphasises that the participants will be challenged to take 
an active role in outlining the future of forensic science. Outstanding keynote speakers and 
eminent scientists will provide the materials for this exercise.

The conference will also offer a platform through which participants can extend their personal 
networks. We offer a large exhibition space with various sponsor displays. Delegates as well as 
accompanying persons will be offered an attractive social and partner program.


Program


The program of EAFS2012 will consist of a scientific program of the highest standard, an 

attractive social program and an interesting partner program. In addition, there will be 

a well designed Trade Exhibition.



Conference venue


The majority of the activities related to EAFS2012 will take place at the premises of the 

The Hague University of Applied Sciences. These modern premises are spacious and 

packed with all the equipment needed to create an environment for education and learning 

at the highest level.

 

Outside the holiday periods, there is a population of 20.000 students of more than 135 different 
nationalities.

More information about the The Hague University of Applied Sciences (in Dutch: Haagse Hogeschool).

The visiting address of the Hague University of Applied Sciences:
Johanna Westerdijkplein 75
2521 EN The Hague 
The Netherlands

Some demonstrations and workshops of this conference will be organised in a brand new facility 
of the NFI: the NFI Field Lab, located in a building next to the premises of the NFI in The Hague.

The visiting address of the NFI:
Laan van Ypenburg 6
2497 GB The Hague
The Netherlands



SAĞLIK HUKUKU SEMPOZYUMU(Tıbbi Uygulama Hatalarına Yaklaşım)...

16 Haziran 2012 Cumartesi

ŞİDDETE KARŞI TÜRK CEZA KANUNUNA EK MADDE ÖNERİSİ


ŞİDDETE KARŞI TÜRK CEZA KANUNUNA EK MADDE ÖNERİSİ



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar

Sağlık personelini etkileme ve sağlık hizmetini kesintiye uğratma 



(1) Sağlık personeline yerine getirdiği sağlık hizmeti nedeniyle yapmaması 
gereken bir işi yapması veya yapması gereken bir işi yapmaması için 
emir veren veya baskı yapan veya nüfuz icra eden veya her ne suretle 
olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kimseye iki 
yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir.


(2) Bu fiiller sonucunda sağlık hizmeti kesintiye uğramışsa yukarıdaki 
fıkraya göre belirlenen ceza yarı oranında artırılır.


TEKLİF GEREKÇESİ


17 Nisan 2012 günü bir hekim, hem de 30 yaşının baharını yaşayan 
gencecik bir hekim, Dr. Ersin Arslan, Gaziantep’te 17 yaşındaki bir 
hasta yakını tarafından öldürüldü. O günden önceki günlerde olduğu gibi 
sonraki günlerde de, her gün hekim, hemşire, teknisyen, kısacası 
sağlık çalışanları, çoğunlukla hasta yakınları ve bazen de hastalar 
tarafından bıçaklanıyor, dövülüyor, arabayla eziliyor, küfrediliyor, 
tehdit ediliyorlar...


Ne yazık ki sağlık çalışanlarına yönelik şiddet adeta bir salgına 
dönüşmüş bulunmaktadır. Sağlık alanındaki şiddet, sağlık hizmet 
sunumunun hemen tüm aşamalarında yaşanır hale gelmiştir. Bu 
durum birçok akademik çalışma ve araştırma raporu tarafından da 
ortaya konmaktadır. Yapılan bu çalışmalarda sağlık alanındaki 
iş yeri şiddetinin, diğer sektörlerdeki şiddetten doğası gereği 
farklılıklar gösterdiği, sağlık kurumlarında çalışmanın, diğer 
iş yerlerine göre şiddete uğrama yönünden çok daha riskli 
olduğu belirtilmektedir.


Çalışmalarda sağlık personeline yönelik şiddetin nedenleri arasında; 
toplumsal şiddet ortamı, sosyo-kültürel düzey, sağlık politikalarının 
hastayı müşteriye indirgeyen etkisi, politikacı ve yöneticilerin 
olumsuz tutumu, medyanın rolü, acil servislerde yaşanan eksiklikler, 
iş yükünün fazlalığı, içeriği boşaltılan hasta hakları, çalışma 
koşullarının olumsuzlukları, hekim-sağlık çalışanları eksikliği 
sayılmaktadır. Sağlık çalışanları;


- Acil servislerde hasta yakınlarının öncelik taleplerine göre değil de 
tıbbi öncelik durumuna göre hastalara müdahale ettikleri için,


- Hastayı görmeden ilaç yazmadıkları için,


- Tıbbi gerekliliklere aykırı raporları yazmaktan kaçındıkları için,


- Hasta ya da yakınlarının istediği reçeteyi değil hastayı muayene 
ederek kendi koyduğu tanıya uygun reçeteyi düzenledikleri için,


- Poliklinikte nüfuza göre değil sıraya göre hastaları muayene 
etmekte ısrar ettikleri için,


- Hastanın hastalığına göre gerekli süreyi ayırmaları halinde diğer 
hastaları beklettikleri için,


- Hastaları her koşulda iyileştiremedikleri için ya da ölümlerine 
engel olamadıkları için..


Ve daha pek çok nedenle fiziki ve sözlü saldırılara maruz kalmaktadırlar.


Şiddet nedeniyle sağlık hizmetini özerk, yararlı ve adaletli bir biçimde 
sunmak gitgide daha da zor hale gelmektedir. Bu durumdan sadece 
sağlık hizmetini sunan sağlık çalışanları değil sağlık hizmetine 
gereksinim duyan hastalar da olumsuz etkilenmektedir.


Anayasa’nın 56/3.maddesinde; herkesin hayatını, beden ve ruh 
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak devletin yükümlülükleri 
arasında sayılmıştır. Kuşkusuz bu yükümlülük, Türkiye Cumhuriyeti’nin 
taraf olduğu; Biyoloji Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları 
ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi’nin 4.maddesinde 
belirtildiği gibi sağlık hizmetlerinin mesleki yükümlülükler ve 
standartlara uygun olarak yapılmasını sağlamayı da beraberinde 
getirmektedir. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 6.maddesinde ise tabip 
ve diş tabibinin, sanat ve mesleğini icra ederken, hiç bir tesir ve 
nüfuza kapılmaksızın, vicdanî ve meslekî kanaatine göre hareket 
edeceği ifade edilmiştir.


Tüm bu kurallar, insan yaşamıyla doğrudan ilişkisi olan sağlık 
hizmetinin uygulanması sırasında, bu hizmeti verecek kişilerin 
alacakları kararlarda ve yapacakları işlemlerde yalnızca 
hastanın yararını gözetmelerini, hiçbir baskı ve etki altında 
kalmamalarını gerektirmektedir. Sağlık hizmetinin bir ekip işi 
olması nedeniyle, yalnızca tabip ve diş tabiplerinin değil sağlık 
hizmeti veren bütün sağlık personelinin hukuksal koruma altında 
olması gerekeceği açıktır.


Sağlık hizmetinin gereği gibi yürütülebilmesi ise ancak güvenli ve 
sağlıklı çalışma koşullarıyla mümkün olacaktır. Güvenli ve sağlıklı 
çalışma ortamı; sağlık hizmetinin sunulabilmesinin, bireylerin 
tedaviye ulaşma haklarını kullanabilmesinin bir diğer deyişle hasta 
haklarının korunmasının da ön koşulunu oluşturmaktadır. Sağlık 
hizmetinin kamusal niteliği göz önünde bulundurulduğunda, sağlık 
personelinin hukuka aykırı fiillerle etki altına alınmasının aynı 
zamanda kamuya karşı işlenen bir fiil olduğunun kabulü de zorunludur.


Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin nedenlerinin saptanarak önleyici 
tedbirlerin alınması yaşamsal hale gelmiştir. Sağlık çalışanlarına 
yönelik şiddeti artıran unsurlardan birisi de şiddeti uygulayan kişilerin cezalandırılmayacakları ya da önemsenecek bir yaptırımla 
karşılaşmayacakları düşüncesidir. Sağlık çalışanlarına yönelik 
şiddete asla hoş görü ile gösterilmeyeceği, aksine şiddet suçlarının 
mutlaka cezalandırılacağı düşüncesinin yerleştirilmesi ile kamu 
sağlığını bozduğu için de ayrıca cezalandırılacağı düşüncesinin 
oluşturulması önleyicilik açısından önemli bir adım olacaktır. Sağlık 
çalışanlarına yönelik şiddetin geldiği yer nedeniyle Türk Ceza Kanununun birinci maddesindeki önleyicilik, koruyuculuk işlevinin yeni bir düzenleme 
yapılarak kamu sağlığının korunması amacı ile harekete geçirilmesine 
acil ihtiyaç bulunmaktadır.


Türk Ceza Kanunu’nda, meslek mensuplarına yönelik hakaret, tehdit, 
yaralama ve öldürme gibi saldırılara ilişkin özel düzenlemelerin 
bulunmadığı, bu saldırılar kamu görevlisine görevi nedeniyle işlenmiş ise ağırlaştırıcı unsur olarak düzenlenip cezanın arttırılması yoluna gidildiği bilinmektedir. Bu nedenle genel sistematikten farklı olarak sağlık 
çalışanlarına yönelik saldırılarda saydığımız suçların işlenmesi 
halinde diğer meslek mensupları aleyhine işlenen suçlardan daha 
ağır bir ceza verilmesi beklenmemektedir. Bu konuda tıpkı yargı 
mensuplarına yönelik suçlarda uygulandığı gibi hızlı ve etkili bir 
yargılama sürecinin işletilmesi talep edilmektedir.


Türk Ceza Kanunu’nda “Adliye Aleyhine İşlenen Suçlar” bölümünde 
yargı görevi yapanlar bakımından, yargılama hizmetini etkilemeye 
yönelik hukuka aykırı davranışları cezalandıran bir düzenleme 
bulunmaktadır. Madde gerekçesinde korunan hukuki yararın kamunun 
yararı olduğu belirtilmiş bu nedenle ayrı bir düzenlemeye ihtiyaç 
duyulduğu ifade edilmiştir. Hekimlere yönelen eylemler de aynı 
zamanda sağlık hizmetinde bozulmaya, aksamaya neden olmakta, 
kamu sağlığına zarar vermektedir. Sağlık alanındaki kamu yararının 
korunması amacıyla tıpkı adliye aleyhine işlenen suçlarda olduğu 
gibi sağlık personelini etkileme ve kamu sağlığını kesintiye 
uğratma başlığı altında ek madde önerisi hazırlanmıştır.


Hazırlanan maddeyle, sağlık personeline emir vermek, baskı yapmak, 
nüfuz icra etmek veya her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak 
etkilemeye teşebbüs etmek fiilleri ceza yaptırımına bağlanarak, 
sağlık personelinin mesleki bağımsızlık ve güvenlik içinde çalışması 
hukuksal koruma altına alınmıştır.


Maddenin son fıkrasında ise ağırlaştırıcı nedene yer verilmiş, söz 
konusu fiillerin “sağlık hizmetinin kesintiye uğraması” sonucunu 
doğurması halinde uygulanacak cezanın yarısı oranında artırılacağı 
belirtilmiştir.


Sağlıkları, yaşamları, kısaca canları tehlike altında olan sağlık 
çalışanları; sağlık alanındaki şiddetin, sağlık çalışanlarının mesleklerini 
hasta yararına ve özerk bir biçimde sunmalarına yöneldiğini, bir baskı 
aracı olarak kullanıldığını, sağlık hizmetlerini kesintiye uğrattığını, 
diğer hastaların da sağlık hizmeti alma haklarını ihlal ettiğini ve 
böylece kamu sağlığını bozduğunu belirtmektedirler. Bu durumun 
önüne geçecek tedbirlerden biri olarak Türk Ceza Kanunu’nda 
örneği de olan yeni bir yasa maddesinin kabul edilmesini Türkiye 
Büyük Millet Meclisinin bütün üyelerinden acilen talep etmekte, 
beklemektedirler.

http://www.ttb.org.tr/index.php/oneri.html

Sağlıkta yeni bir hareket, yeni bir kitap: Tıp Bu Değil



“Tıp Bu Değil” adlı kitabın 13 yazarı adına, editörü Prof. Dr. İlknur Arslanoğlu’yla (Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi) konuştuk.
Ahmet Aydın, Ahmet Özdoğan, Ali Rıza Üçer, Bülent Kara, Gülümser Heper, İlknur Arslanoğlu, Kaan Arslanoğlu, Mustafa Sönmez, Mutluhan İzmir, Osman Elbek, Tolga Binbay, Uğur Yılmaz, Yavuz Dizdar bir araya gelerek "Tıp Bu Değil" isimli bir kitap çıkardı. İthaki Yayınları'ndan çıkan kitap ile ilgili kitabın yazarlarından ve aynı zamanda editörü olan Prof. Dr. İlknur Arslanoğlu ile konuştuk.
Yeni yayımladığınız kitabın adı bu. Neyi anlatmak istiyorsunuz bu kitapla?
Dr. İlknur Arslanoğlu: Bu, aynı zamanda altı ay kadar öncesinden şimdiye dek oluşturmaya çalıştığımız yeni hareketin adı. Geliştirmeye çalıştığımız oluşumun ilk aşaması bu kitap. “Toplum için tıp”, “gerçek bilimsel tıp” ne derseniz deyin, doğru bir sağlık anlayışı, doğru bir tıp anlayışı için bir tartışma başlatmak istiyoruz ilkin. Unutulan doğruları yeniden hatırlatmak, bunların üstüne katmak istiyoruz. Sağlık çalışanlarının unuttuğu idealist duyguları yeniden anımsatmak istiyoruz. Toplumda onlara duyulan saygıyı yeniden uyandırmak istiyoruz. Daha önemlisi toplumun kendi sağlığı için onca bulandırmaya, sistemin onca yanlış yönlendirmesine karşı bir kalkışma başlatmasını istiyoruz. O heyecanı yaratmak istiyoruz.
“Sağlıkta Dönüşüm” adı verilen sağlıkta yıkım projelerine karşı bir oluşum o halde bu.
Hem evet, hem de hayır. Şu ana dek bize imzasıyla veya kitaba yazısıyla katkıda bulunan meslektaşlarımızın tamamı “sağlıkta dönüşüme” şiddetle karşı. Fakat bizim başlatmak istediğimiz tartışma böylesi günübirlik politikaların temelinde yatan asıl gerçekler veya o politikaların üstünde bir şeyler. Şöyle ki, bugün sözde bilimsel olarak sunulan ve tıp fakültelerinde okutulan, her yerde uygulanan tıp artık bütünüyle uluslararası büyük şirketlerin çıkarlarına, insanın ise zararına bir tıp. Sadece sağlıkta dönüşüme karşı çıkmakla sınırlarsanız kendinizi, bu toplum zararına tıbbın daha da kölesi olursunuz. Üzülerek söylüyorum, tıpta büyük gelişmeler yaşanıyor deniyor ya -ki bu kısmen doğrudur- büyük bir bilinç kaybı da yaşanıyor aynı zamanda. Daha otuz kırk öncesinin çok temel tıbbi ve bilimsel doğruları şimdi hekimlerimizin çok büyük bir çoğunluğunca bilinmiyor veya söz olarak bilinse bile kesinlikle uygulanmıyor.
Sağlıkta dönüşüme birlikte karşı çıkalım, gerçi atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti, artık nesine karşı çıkacağız da, hükümete muhalif ve benim de içlerinde yer aldığım arkadaşlarımızın bazı yazılarını okuyorum, şaşırıp kalıyorum. Baştan aşağı bir sağlıkta dönüşüm, baştan aşağı bir AKP muhalefeti. Oysa bizler AKP’den çok önceleri de solcuyduk, sağlıkta da solcuyduk. Sağlıkta dönüşümden önce neye muhaliftik o zaman? Şimdikine karşı çıkmak adına öylesi şeyler söyleniyor ki, geçmişin ve bugünün çıkarcı tıbbının savunusu anlamına geliyor bunlar. Bu gizli, fakat çok tehlikeli bir statükoculuktur. Toplumcu tıp için, bilimsel tıp için mücadele en az 200 yıldır devam ediyor oysa, AKP günün birinde yıkılacak, yeni sağlıkta dönüşümler olacak, halk için tıp mücadelesi devam edecek.
ic.jpg
Sağlık çalışanlarına karşı şiddet salgın boyutunda artıyor. Bu konuda da bir yaklaşım var mı kitabınızda?
Bu konunun temeline ilişkin yaklaşımlar var elbet. Kitaptan hariç şunu söylemeliyim ki, şiddet toplumda başta iktidar ve onu destekleyen medya tarafından tırmandırılıyor. Önce bunun dili, duygusu yaratılıyor, sonra arkası geliyor. Ona “sert çıktı”, buna “ateş püskürdü” haberleri. Toplumdaki şiddete paralel bir şiddet artışı bu. Ama şu an oklar hekimlere yönelmiş durumda.
Bunda da başta sağlık bakanı olmak üzere devlet yetkililerinin hekimleri çıkarcı gruplar olarak göstermesinin payı büyük. Fakat çuvaldızı kendimize batıralım. Biz de topluma öyle bir görüntü verdik. Biraz da öyleyiz ne yazık ki. Sağlık Bakanını haklı olarak eleştiriyoruz, ama kendimiz de her şeyi ekonomi olarak görüyoruz. Paradan daha değerli şeyler var insan için halbuki.
Size iddialı gelecek, ama zaten iddialıyız, toplumda bu görüntüyü silmek ancak insan için, halk için tıp tartışmalarını yaratmaktan geçiyor. Bugünkü tıp hekimlerin tek tek iyi niyetleri ve kötü niyetleri ne olursa olsun, hastayı doktordan, toplumu doktordan ayrıştıran bir tıp. İnsanı insan yerine koymayan, soğuk ve çıkarcı bir tıp. Asıl bu tıp anlayışına karşı çıkmak, asıl buna alternatif örgütlenme ve uygulamaları yaygınlaştırmak gerekiyor. Siz çıkarcı ve soğuk bir tıbbı uygularken insanlara kalbinizdeki sıcaklığı yansıtamazsınız.
Kitap kimlere yönelik hazırlandı?
Hem halka hem sağlık çalışanlarına yönelik. Hekimlere yönelik. Ama ben özellikle tıp fakültesi öğrencilerince okunsun isterim. Başlıca hedef kitlesi nedir diye sorulsa, en başta tıp öğrencileri, derim. Çünkü günümüzün şarlatan tıbbı sözde bilimsel ambalajlarla satılıp şu anda mevcut hekimlerimize öylesine yedirilmiş ki, hekimlerimizin büyük çoğunluğu o soğuk presin içine öyle kaptırmış ki kendini, çok basit gerçekleri anlattığımızda anlamıyorlar, daha doğrusu anlamak istemiyorlar. Ama yeter ki yaygın bir tartışma başlatabilelim, onlardan bile umutluyum.
Kitabın yazarları kimler ve hangi politik görüşteler?
13 yazarımızın 12’si hekim. Politik görüşlerini sordunuz, cidden hayli değişik siyasi görüşte ve değişik alanlardan, şehirlerden insanlar bir araya geldi. Ortak özellikleri tıp konusunun rahatsız edici problemleriyle ilgili bugüne dek kafa yormak, bir şeyler araştırmak ve yazmak. Bunlar şunlar: Ahmet Aydın, Ahmet Özdoğan, Ali Rıza Üçer, Bülent Kara, Gülümser Heper, ben, Kaan Arslanoğlu, Mustafa Sönmez, Mutluhan İzmir, Osman Elbek, Tolga Binbay, Uğur Yılmaz, Yavuz Dizdar.
İlk hedef bu kitap dediniz, sonraki hedefleriniz neler?
Bir tartışma başlatabilirsek sonraki hedefleri daha sonra katılanlarla birlikte saptarız. Şimdiden yeni katılacakları ve kendimizi sınırlamak istemiyoruz. Kitap bundan sonraki baskılarında yeni imzalara ve yeni yazar katılımlarına açık. Eleştiri ve katkıları özellikle bekliyoruz.
Tıp Bu Değil, İthaki Yayınları, Haziran 2012, 279 sayfa.

15 Haziran 2012 Cuma

YENİ TÜRK TİCARET KANUNU VE ÖZEL HEKİMLİK...



14 Şubat 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 6102 Sayılı Yeni Türk Ticaret 
Kanunu genel anlamda 01.07.2012 tarihinden itibaren yürürlüğe girecektir. Yayınlandığı tarihten itibaren üzerinde çok konuşulan ve bir o kadar da tartışılan bu yeni düzenleme ile ilgili olarak; 
• Farklı çalışma biçimlerinde görev yapan,
• Gerek şahıs olarak özel/bireysel çalışan, gerekse tüzel kişiliklerde görev yapan/şirket ortağı olan biz hekimleri  ne gibi değişikliklerin beklediğini, hekim olmanın dışında mükellef olarak sorumluluklarımıza ne tür görevlerin eklendiğini tartışacağımız “YENİ TÜRK TİCARET KANUNU VE ÖZEL HEKİMLİK” konulu toplantıya sizleri davet ediyoruz. 
Prof.Dr.Şükrü Kızılot
Av. Meriç Eyüboğlu
Konusunun önde gelen isimlerinden olan  Prof. Dr. Şükrü KIZILOT’un ve İstanbul  Tabip Odası Hukuk Bürosu’ndan  Av. Meriç EYÜBOĞLU’nun konuşmacı olarak  yer alacağı toplantımız  28 Haziran 2012 Perşembe günü saat 19.00’da İstanbul Tabip Odası (Cağaloğlu)’nda yapılacaktır.


http://www.istabip.org.tr/dosyalar/28hazirantoplantisinadavet.pdf