23 Kasım 2011 Çarşamba

BASIN AÇIKLAMASI...

Son günlerde N.Ç. vakası nedeniyle kamuoyu vicdanında derin bir yara açılmıştır. Adli Tıp Uzmanları Derneği,Türkiye Psikiyatri Derneği ve Türk Psikologlar Derneği olarak bu konudaki görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşırız.
13 yaşındaki mağdure N.Ç. 2 kişi tarafından 26 kişiyle fuhuşa zorlanmıştır. Yasal süreçte yerel mahkeme, N.Ç.’nin iki kişinin kendisini pazarlamasına rızası olduğuna ve yine kendi rızasıyla 26 kişi ile cinsel ilişki kurduğuna karar vermiştir. Yerel mahkeme kararında, İstanbul Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu’nun raporuna atıf yaparak, “Mağdurenin 2002 yılı Temmuz ayında 15 yaşı içerisinde olup 15 yaşını bitirmediği, mağduresi olduğu olayın ahlaki radaetini müdrik (ahlaki kötülüğünün farkında olduğu) olduğu” ve N.Ç’nin “Olaya ruhsal yönden mukavemete muktedir olduğu, beyanlarına itibar edilmemesi için bir neden olmadığı” belirtilmektedir. Buradan yola çıkılarak “Küçük kızın kendi iradesiyle para kazanmak amacıyla sanıklarla ilişkiye girdiği anlaşılmaktadır” denilerek sanıkların mağdureye karşı kullandıkları maddi veya manevi bir cebir unsurunun bulunmaması nedeniyle cezanın alt sınırdan tayin edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Dava Yargıtay’da değerlendirilmiş ve “Yapılan yargılama sonunda sanıkların üzerine atılı fiillerin suç tarihlerinin yeni Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden önce olması sebebiyle her iki yasanın karşılaştırılması sonucunda eski Türk Ceza Kanunu hükümlerinin uygulanmasında kanuni bir zorunluluk olduğuna karar verilmiştir. Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nce yerel mahkemece verilen kararların bir kısmının onanmasına, bir kısmının ise çeşitli hukukî sebeplerle bozulmasına karar verilmiştir. Sonuç olarak; 13 yaşındaki N.Ç’nin kendi rızasıyla para karşılığı bedenini pazarladığı yönünde bir hukuksal yargıya varılmıştır. 2002’de başlayan bu davanın sonuçlanması 9 yıl sürmüştür.
13 yaşındaki bir çocuğun “kendi rızasıyla” 26 kişi ile cinsel birliktelik kurması ve bu rızanın geçerli olduğuna karar verilmesi gerek tıbbi gerekse ulusal ve uluslararası hukuk açısından kabul edilemez. 13 yaşındaki bir çocuğun bu gibi bir konuda bu fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olduğunu söylemek yeni TCK’da göz önüne alındığında adli psikiyatrik değerlendirmenin temel esaslarına uymamaktadır. Yargıtay kararındaki temel sorun; olayın 2002 yılında olması nedeniyle değerlendirmenin Yeni TCK’nın uygulanamaması ve eski TCK’ya göre karar verilmesinden değil, N.Ç.’nin 26 kişiyle “rızasıyla” birlikte olduğu yorumunun yapılmasından ve cezaların buna göre alt sınırdan verilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu karar 13 yaşında fuhuşa zorlanan çocukların kendi rızalarıyla bu kişilerle birlikte olabilecekleri gibi dramatik bir sonuca yol açabilir.
Türkiye’nin de imzaladığı “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi” 10.09.2011 tarihinde 28050 sayı ile Resmi Gazetede yayınlanmıştır.  Bu kapsamda; "çocuk fuhuşu" ifadesi; ödeme olarak para veya herhangi bir ücret ya da bedel verilmesi veya vaat edilmesi karşılığında, bu ödemenin, vaadin veya bedelin çocuğa mı yoksa üçüncü bir kişiye mi yapıldığına bakılmaksızın, bir çocuğu cinsel faaliyetler için kullanma eylemi anlamına gelir” denilmektedir. Bir çocuğu fuhuş için işe almak veya bir çocuğun fuhuşa katılmasına neden olmak; bir çocuğu fuhuş için zorlamak veya bu amaçla, bir çocuk üzerinden kazanç sağlamak veya çocuğu istismar etmek; çocuk fuhuşuna başvurmak bu kapsamda yer almaktadır. Sözleşme, Devletlerden bu suçları işleyenler ile mücadele için etkin yaptırımlar getirilmesini öngörmektedir. Bir yandan cezaların caydırıcı olması istenmekte, diğer yandan da bu suçu kim ve nerede işlerse işlesin devlete yargılama yetkisi veren bir yasal düzenleme yapılması istenmektedir. Yani söz konusu sözleşme, bu eylemlerin cezasız kalmasını önleyecek her tür tedbirin alınmasını istemektedir.
Yine ülkemizin imzaladığı “Çocuk Hakları Sözleşmesi” de 18 yaşını doldurmamış her bireyi çocuk saymaktadır. Türk Ceza Kanunu 103’maddesi kapsamında yapılacak değişiklik ile 18 yaşın altındaki her çocuğun çocuk fuhuşu ve cinsel saldırı eylemlerinden rızasına bakılmaksızın korunmasını sağlayacak bir düzenleme kabul edilmelidir.
Ancak böyle bir düzenlemenin de yetmeyeceğini görmek gerekir. Bu tür davaların; davalardaki gecikmeler, bilirkişi incelemelerinin gecikmesi, uzman olmayan bilirkişilere başvurulması nedeniyle hatalı değerlendirmeler, adli süreçte fail ile mağdurun yüzleştirilmesi gibi pek çok sorunu bulunmaktadır. Risk altındaki çocuklarımızın cinsel taciz ve tecavüz suçları karşısında korunmasını sağlayacak önlemler bu tür yargılamalar ve kararlarla boşa çıkarılmaktadır. Yargı süreci etkili ve sonuç alıcı şekilde işlerlik kazanmadıkça adalet duygusu ve vicdanlar yaralanmaya devam edecektir. Yargı makamlarının, cinsel istismarda bulunanın (saldırganların) haklarına odaklandıkları kadar, cinsel istismara uğrayanın (mağdurun) haklarını korumaya da odaklanma görev ve sorumlulukları vardır. Yargı makamları tecavüzcülerle ataerkil ortaklık kurmayı sürdüren kararlar verdiği sürece, yapılan yasa değişiklikleri kadınları ve çocukları korumayı sağlayamayacaktır.
Türkiye, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye ilk imza atan ülkelerden biridir. Sözleşmede; “Bu sözleşmeye taraf devletlerin, çocuğun ana-babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, cinsel saldırı dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar. Taraf devletler, çocuğu, her türlü cinsel sömürüye ve cinsel suistimale karşı koruma güvencesi verirler” denilmektedir.
Adli Tıp Uzmanları Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği ve Türk Psikologlar Derneği olarak; 
        1. “Çocuk Hakları Sözleşmesi” ve “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi”ni imzalayan ülkemizin artık sözleşme gereği Türk Ceza Yasası ve Ceza Muhakemesi Yasası başta olmak üzere ilgili yasalarda gerekli düzenlemeleri çocuğun yüksek yararı doğrultusunda hızla hayata geçirilmelidir.
2. Tüm yönleriyle çocuk istismarı ve yarattığı ruhsal sonuçlar toplumun ve ülkeyi yönetenlerin sürekli olarak önemli gündem maddelerinden birisi olmalıdır. Devlet, çocukların sağlıklı ruhsal gelişimlerini sağlayacak bir aile ve yaşam ortamı sağlamak, bunu engelleyen sosyal, kültürel ve ekonomik koşulları ortadan kaldırmak, buna yönelik çocuk politikaları geliştirmeye katkıda bulunmak, elverişsiz koşullarda yaşamını sürdürmek zorundan kalan çocukların istismar kurbanı olmalarını önlemek, gereğinde onları koruma altına almak ve rehabilite etmek, bunun yanında çocukların ve erişkinlerin sağlık sisteminden tamamen ücretsiz yararlanmalarını sağlayan ve kolaylaştıran koruyucu sağlık uygulamalarını geliştirmek için gereken yasal ve idari düzenlemeleri yapmak zorundadır. Bunun için devletin ilgili tüm kurum ve kuruluşlarına, meslek örgütlerine, uzmanlık derneklerine, sendikalara ve sivil toplum kuruluşlarına önemli görev ve sorumluluklar düşmekte ve sorunun çözümünde aktif rol alması gerekmektedir.
SONUÇ OLARAK; ÇOCUKLARIN  CİNSEL İSTİSMARA UĞRAMASINI ÖNLEMEK DEVLETİN TEMEL GÖREVİDİR. Adli Tıp Uzmanları Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği ve Türk Psikologlar Derneği; bu önemli konuda kamuoyunu ve devletin ilgili kurumlarını bilgilendirme, bilinçlendirme ve duyarlı kılma konusunda üzerine düşen görevleri yerine getirmeye hazırdır. Tüm kamu kurumlarını ve ilişkili sivil toplum örgütlerini çocuk haklarının korunması ve iyileştirilmesi için göreve çağırmaktadır.
ADLİ TIP UZMANLARI DERNEĞİ YÖNETİM KURULU
TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ YÖNETİM KURULU
TÜRK PSİKOLOGLAR DERNEĞİ YÖNETİM KURULU

Hiç yorum yok: