10 Nisan 2013 Çarşamba

ALİ YEMİŞCİGİL ARTIK GÖRÜNMEZLER DÜNYASINDA...

Prof.Dr. Ali YEMİŞÇİGİL


1962-2007
Baştan belirteyim; bu yazıda objektif olabileceğimi sanmıyorum. Bu yazı kendimi zihinsel olarak en iyi hissettiğim dönemde 10 yılı aşkın bir süre birlikte çalıştığım, görüştüğüm ve birçok davranışından, sözünden kendime dersler çıkardığım bir “yaşam ustası”nı bilmeyenlere anlatmak için hazırlanmıştır.
Onu anlatmadan önce, mesleki özgeçmişini kısaca özetlemeliyim: Prof. Dr. Ali Yemişcigil, Ege Üniv. Tıp Fakültesini 1986 yılında bitirmiş, Aksaray’da mecburi hizmetin ardından aynı fakültede Adli Tıp ihtisası yaparak 1993 yılında Doçent olmuş. 1997 yılında Dokuz Eylül Üniv. Tıp Fakültesine geçmiş ve yeni kurulan Adli Tıp Anabilim Dalının ilk öğretim üyesi olmuştur. 1999 yılında Profesör olmuş ve Dekan yardımcılığı dahil çeşitli görevlerde çalıştıktan sonra 2002 yılında tekrar Ege Üniversitesine dönmüştür. Evli ve iki çocuk babası olan Ali Yemişcigil Fransızca ve İngilizce biliyordu.

Bu kısa mesleki tanıtımın ardından yaşamsal özgeçmişe dönersek; işte onun kısaca tanımlanması gerçekten çok zor. Çünkü karşınızda yaşamı anlamış ve onu bir sanatçı gibi ustaca, bilgece yaşamaya çalışan bir adam var. Yaşamı sadece mesleğiyle değil her yönüyle görmeye çalışan, hobilerini her zaman yaşayan, geliştiren bir usta var. Yelken, kayak, tenis, voleybol başta olmak üzere sanat ve sporun birçok dalında aktif olarak yer alan ve hayatına lezzet katan bir insan var. Hatta öyle ki; 2001 yılında çok nadir görülen tipte bir tiroid kanseri tanısı aldıktan sonra bile hastalığın gidişatını çok iyi bilmesine rağmen yaşamdan hiç kopmadan uzun süre bu hastalıkla mücadele etmiştir.

İçinde yaşadığımız dünyayı ve hayatı anlamaya çalışmadan, önümüze geldiği gibi yaşamak kolaydır(belki de doğrusu budur!). Ama algılarınız açıksa, şu tuhaf hayatı yavaş yavaş anlamaya başladıysanız ve “Nereye gidiyoruz?” sorusunu soruyorsanız kendinize o zaman işiniz zorlaşıyor. Yanıtlanması çok zor sorular sizi rahatsız ediyor, yanıtını yaşadığınız dünyayı gözleyerek, araştırarak, deneyimine güvendiğiniz “akil” insanlara yani “bilge” kişilere sorarak öğrenmeye çalışıyorsunuz, tabii varsa. Bence yaşamın anlamını ve nasıl yaşanması gerektiğini anlamış akıllı, bilge insanlar, ustalar var çevremizde ama onları görebilmek, tanıyabilmek büyük maharet. Eğer tanıyabiliyorsanız, onlara sıkıca kenetleniyor ve ışığından, deneyimlerinden yararlanıyorsunuz. İşte Ali Yemişcigil de böyle bir yaşam ustasıydı. Son derece akıllı, algılaması çok yüksek ve kendisiyle barışık bir insan olduğu için, sorularınıza verdiği yanıtlar da içten ve beklentisizdi. Onunla bir sorunu görüştüğünüzde, olayı çok farklı bir boyuttan ve gerçek değeriyle analiz edip çözüm yolunu bulabiliyordunuz.

Bu dünyada geçireceğimiz kısıtlı zaman dilimini olabildiğince iyi geçirmek gerektiğini, pozitif yaklaşarak insanların sevgisini ve takdirini kazanabileceğimizi gösterdi bize. Sakinliğiyle, “Gürültü patırtının içinde sessizce dolaşan bir adam” olarak bize nasıl yürünmesi gerektiğini gösterdi. İhtisasım sırasında tezimi hazırlarken beni çok üzen büyük haksızlıklarla karşılaştığımda, bunların neden başıma geldiğini anlamadığımı acı ve öfkeyle anlatmıştım Ona. Beni sabırla dinledikten sonra; “Erdem, ‘Dünya karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana çekip çekemediğinle ilgilenir, şimdi ilk öncelik bunun sebeplerini araştırmak değil bu durumdan kurtulmaktır” demiş ve önemli olanın mazeretler veya haklılık değil ulaşılan nokta olduğunu hatırlatmıştı.

Evet Ali Abi; masamdaki resmine bakıp sık sık dalıyorum geçmişe, konuştuklarımızı, hayallerimizi, gülerek çıkardığımız bilançoları düşünüyorum. Yaptıklarımız ve yapamadıklarımıza bakıyorum. İlginç, şimdi bakınca artık yapamadıklarımız hiç önem taşımıyor. Ama seninle birlikte öğrendiklerim, işte onlar çok önemli çok. Artık konuşurken insanların gözünün içine bakıyorum, akıllarından geçeni görebilmek için. Artık önemli olanın yoldaki küçük engeller değil yaptığım yolculuk olduğunu biliyorum. Ve yaşamın kaliteli, mutlu olması için sanal oyuncakların değil gerçek donanımların gerekli olduğunu da biliyorum. İçimdeki ben ile uzlaşmadan ve onu sevmeden çevremdekileri sevemeyeceğimi de biliyorum. Öğrendim Abi, limonu sıktığımda içinden domates suyu çıkmayacağını yani insanın yansıttığının aslında içindeki olduğunu, özünde olumlu olanın dışarıya da olumlu şeyler verdiğini. Kavgaları bile yaparken karşındakine saygı duymak gerektiğini… Yaşamın kendi kendimize sunduğumuz bir şey olduğunu…

Evet Ali Abi artık başka bir boyutta, 10 nisan 2007 gecesi çok parlak bir yıldız kaydı bu dünyadan ve başka bir yerde belki de “görünmezler dünyasında” parlayacak yeniden… Başka bir deyişle; bu dünyadan bir Ali Yemişcigil geçti, kırkbeş yıllık kısa ömründe birçoğumuzun hayatlarına zarifçe dokunarak… Ve ardında hoş bir sada bırakarak ayrıldı, şimdi başka bir boyutta sürdürecek varlığını…
Aristo haklı galiba "Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yasamasıdır" derken. 10 nisan da ruhumun bir parçasını toprağa verirken eksildiğimi hissettim, belki de kendi ölümüme ağladım. Bu dünyada dostunla son paylaştığın şey ölümmüş, anladım…

Prof.Dr. Erdem Özkara

* Bu yazı http://www.iyi hekimlik.org sitesinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: