28 Mayıs 2012 Pazartesi

Sezaryen ve Kürtaj Cinayet Değildir…


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz gün yaptığı “sezaryen ve kürtaj cinayettir”  açıklamasının ardından konunun bilimsel boyutunu değerlendirmek üzer İstanbul Tabip Odası ve ilgili uzmanlık dernekleri bugün İstanbul Tabip Odası’nda bir basın açıklaması düzenledi.
Açıklamaya, İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD Eski Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selçuk Erez, Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Atıl Yüksel, yanı sıra Dernek üyeleri Dr. Faruk Buyru, Dr. Hasan Fehmi Yazıcıoğlu ve Türk Ürojinekoloji ve Pelvik Rekonstrüktif Cerrahi Derneği Başkanı Prof. Dr. Fuat Demir katıldı.
İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sezaryen ve kürtaj ile ilgili yaptığı açıklama sonrasında İstanbul Tabip Odası ve Türk Tabipleri Birliği olarak kamuoyunu bilgilendirici açıklamalarda bulunduklarını fakat tartışmaların devam etmesi üzerine daha geniş katılımlı bir basın açıklaması yapılmasının gerekli bulduklarını ifade etti.
Hazırlana basın açıklaması metni Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Atıl Yüksel tarafından okundu.
Açıklamada,  Türkiye’de sezaryen ile doğum oranın yüksek olduğunu ve düşürülmesi gerektiğini söyleyen Dr. Yüksel,  sezaryenin bir tıbbi müdahale olduğu ve cinayet olarak tanımlanamayacağını belirtti. Açıklamada, "Tıp dışı çevrelerin sezaryen oranlarındaki artışı sorgulama ve eleştirme haklarını kabul etsek de, başbakan ya da bir başka siyasetçinin sezaryeni bir cinayet olarak tanımlamasını çok yadırgıyoruz. Sezaryeni yapan hekimlerin de cani olmasını gerekli kılan bu tanımlamayı kınıyor ve bir dil sürçmesi olmasını diliyoruz” ifadelerine yer verildi.
Kürtajın bir cinayet olarak tanımlanmasından duyulan rahatsızlık da dile getirilerek,"Bu güne kadar binlerce vatandaşımız, sosyal ve ekonomik açıdan uygun durumda değillerken oluşmaya başlayan gebeliklerine, yasaların onlara verdiği hakka dayanarak ve kendi istekleri ile son verdirmişlerdir. Yurttaşlarımız bu hakka kavuşmadan önce, yani kürtaj yasakken istenmeyen gebeliklerin, şimdiki gibi hastanelerde ve gerekli sağlık koşullarına sahip yerlerde değil, köşede bucakta, bilgisiz kimseler tarafından rahime olmadık maddeler sokularak sonlandırılmakta olduğunu ve bu tür girişimlerin sıkça anne ölümleri ile sonuçlandığını hatırlatmak isteriz” denildi.
28.05.2012

BASIN AÇIKLAMASI

Sayın Başbakan, 25 Mayıs 2012 tarihindeki Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı’nın uygulanmasına ilişkin Uluslararası Parlamenterler Konferansında sezaryen ile doğumlara yönelik ve insanların kürtaj haklarını hedef alan şu sözleri söyledi:
"Türkiye olarak, çocuklar konusunda da büyük bir hassasiyet içindeyiz. Çocukları çok seviyorum. Ben ülkemde en az üç çocuk istiyorum. Çünkü genç dinamik bir nüfusa ihtiyacımız olduğunu biliyorum ve bu çalışmayı sürdürüyoruz. …Şunu da açıkça söylüyorum, sezaryenle ilgili doğumlara karşı olan bir başbakanım ve bunu bir cinayet olarak görüyorum. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra öldürürsünüz. Hiçbir farkı yok. Buna karşı çok daha duyarlı olmaya mecburuz. Buna karşı el birliği içinde olmak zorundayız."
Sayın Başbakan, 26 Mayıs 2012 tarihindeki AKP Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan kongresinde ise şu sözleri söyledi:
“Ben sezaryenle doğuma karşı olan bir Başbakanım. Bunların özellikle planlı yapıldığını biliyorum ve bunun bu ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bunun bir taraftan da kendilerine mali kaynak teşkil edilmesi için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bununla bir ülkenin nüfusu bir yerde donduruluyor. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere, medya mensuplarına da sesleniyorum. Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz, Uludere diyorsunuz; her kürtaj bir Uludere’dir diyorum. Anne karnında bir yavruyu öldürmenin, doğumdan sonra öldürmekten ne farkı var, soruyorum sizlere”
Tıp eğitimi görmüş, ülkemizin sağlığı ile ilgili konuları zaman zaman değil sürekli olarak ana konumuz olarak benimsemiş kimseler olarak, Sayın Başbakanın yukarıdaki sözleri ile ilgili olarak aşağıdaki saptamaları yapmak istiyoruz.
Sezaryen oranlarındaki artış
Tüm Dünya’da ve Türkiye’de sezaryen oranlarında artış görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nun önerdiği %15‘lik sezaryen oranları hemen hiç bir ülkede tutturulamamakta ve artış sürmektedir. OECD’nin 2009 yılı sağlık raporunda, OECD ülkeleri arasında ortalama sezaryen oranı %25.7 olarak bildirilmiştir. Türkiye, İtalya ve Meksika ile birlikte OECD içerisinde en yüksek sezaryen oranlarına sahip ülkeler arasındadır (%40 ve üstü). Bu ülkeleri %33’lük oranlarla ABD ve Kore izlemektedir.
Sezaryen, tıbbi gereklilik halinde anne ve bebek yaşamını kurtarıcı bir operasyondur. Dünya’da artan sezaryen oranları; doğumla ilgili mediko-legal sorunlar, ilerlemiş anne yaşı, doğum korkusu, anne isteği, makat gelişleri v.b. gibi nedenlerle ilişkilendirilmektedir ki, Türkiye’deki durum da buna benzerdir. Tıbbi gereklilik dışında sezaryen oranlarının azaltılması için tüm dünyada çalışmalar sürmektedir. Bu çabalara karşın, anne isteği ile sezaryen yapılması pekçok batı ülkesinde yasal olarak uygulanagelmektedir.
Türkiye’de ortalama sezaryen oranları yüksektir ve düşürülmesi için önlemler alınması gerekmektedir. TJOD, sezaryen oranlarının artış nedenleri ve düşürme stratejileri ile ilgili olarak iki yıl önce Sağlık Bakanlığı ile ortak bir çalışma yapmış ve önerilerini sunmuştur. Bu öneriler arasında, ebe doğumlarının arttırılması, gebe okullarının yaygınlaştırılması, medya kampanyaları, ağrısız doğumun yaygınlaştırılması ve hekimin malpraktis korkusunun azaltılmasına yönelik çalışmalar vardır. Bu çalışmaların sonucunda zaman içerisinde bir düşüşün gerçekleşebileceği öngörülmüş ve 2013 yılı için %35 oranı hedeflenmiştir.
Sezaryen oranlarını düşürmeye çalışmak önemli olmakla beraber, bunu gerçekleştirmeye yönelik uygulamaların hasta hakları ile hekimin hukuki sorumluluğunu ihlal etmemesini sağlamak ta önemlidir. Hekimi ve kurumları cezalandırmaya yönelik uygulamaların ise bir yarar sağlamayacağı açıktır.
Bugün tüm dünya, yüksek sezaryen oranlarını tartışmakta ve çözümler aramaktadır. Sorun yalnızca ülkemize özgü olmayıp, bir insan hakkı olan “üreme hakkı” ile de yakından ilişkilidir.
İstanbul Tabip Odası, Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği, Türkiye Maternal Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği, Türk Jinekolojik Onkoloji Derneği, Türk Perinatoloji Derneği, Türk Ürojinekoloji ve Pelvik Rekonstrüktif Cerrahi Derneği, Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği, Üreme Tıbbı Derneği ve Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği İstanbul Şubesi ülkemizde sezaryen oranlarının yüksek olduğunu ve düşürülmesi gerektiğini kabul etmektedirler. Ancak, bu kabul camiamızı hayretler içinde bırakan “sezaryeni bir cinayet olarak görüyorum” cümleciğini kabul etmek anlamına gelmemektedir. Sezaryen bir tıbbi müdahale olup, cinayet olarak tanımlanamaz. Tıp dışı çevrelerin sezaryen oranlarındaki artışı sorgulama ve eleştirme haklarını kabul etsek de, başbakan ya da bir başka siyasetçinin sezaryeni bir cinayet olarak tanımlamasını çok yadırgıyoruz. Sezaryeni yapan hekimlerin de cani olmasını gerekli kılan bu tanımlamayı kınıyor ve bir dil sürçmesi olmasını diliyoruz.
Kürtaj
İstenmeyen gebeliklerin güvenli koşullarda sonlandırılması ve bu nedenle gelişen anne ölümlerinin engellenmesi, Birleşmiş Milletler’in Binyıl Amaçları (Millennium Goals) içerisindedir. Dünya’da her yıl 46 milyon kadın düşük yapmakta ve bunların % 49’u güvenli olmayan koşullarda gerçekleşmektedir. Güvenli olmayan düşükler yüzünden gerçekleşen ölümlerin %95’i Afrika ve Asya’da, %4’ü Latin Amerika’da görülmektedir ki, bu ülkelerde isteğe bağlı düşük yasalarla kısıtlanmıştır. İsteğe bağlı düşüklerin kısıtlanmadığı dünyanın gelişmiş bölgelerinde, düşüğe bağlı anne ölümleri tüm anne ölümlerinin % 1 i civarındayken, düşüğün kısıtlandığı ülkelerde, bu oranların daha yüksek olduğu görülmektedir.
Ülkemizdeki hukuki durum ve üreme hakkı:
Ülkemizde isteğe bağlı düşük uygulamaları, 1983 yılında kabul edilen “Nüfus Planlaması Kanunu” na göre yapılmaktadır. Bu kanuna göre, ülkemizde 10 haftaya kadar olan gebelikler isteğe bağlı olarak sonlandırılabilmekte, 10 haftadan sonraki gebeliklerde ise, anne hayatını tehdit eden durumlar ya da bebeğin ciddi ve yaşamsal anomalilerinde, hekimlerin alternatif sunması ve ailelerin onayıyla gebelikler sonlandırılabilmektedir.  Bu kanun sonrası, güvenli olmayan ortamlarda yapılan düşükler azalmış ve anne ölüm oranlarında anlamlı iyileşmeler görülmüştür. Türkiye’deki tüm uygulamalar bu kanun çerçevesinde yapılmaktadır.
2004 yılında Kahire’de yapılan International Conference on Population and Development (ICPD) toplantısında, üreme hakkı “ insanların üreme ve bunu ne zaman ve ne sıklıkla yapabileceğinin kararını verme hakkına sahip olduğu” şeklinde tanımlanmıştır. Yine aile planlaması yöntemleri konusunda bilgilenme, bu yöntemlere kolay, ucuz olarak ulaşım da bu hak içerisinde vurgulanmıştır. Türkiye’nin aktif olarak rol aldığı toplantı sonrası alınan kararlar onaylanmış ve Sağlık Bakanlığımız aktiviteler planlamış ve bunları Ulusal Eylem Planlarına aktararak uygulamaya koymuştur. Türkiye’de uygulanan planlar başarılı olmuş, anne, bebek ve çocuk ölümlerinde dramatik iyileştirmeler sağlanmıştır. Türkiye 2005 Anne Ölümleri araştırmasına göre doğrudan anne ölümlerinin %2.3’ü erken gebelik döneminde gerçekleşmektedir ve uygun olmayan koşullarda düşüğe bağlı anne ölümü istatistiksel olarak önemli bir parametre olmaktan çıkmış çok ender gerçekleşen bir vaka şeklini almıştır
Elbette kürtaj, bir aile planlaması yöntemi değildir. Ülkemiz Kadın Hastalıkları ve Doğum camiasının olgunlaşmış düşüncesi budur. Kürtaj, istenmeyen gebeliklerin önlenemediği ve modern aile planlaması yöntemlerinin uygulanamadığı durumlarda, gebenin ve eşinin isteği ile 10. haftanın altında yasal olarak uygulanan bir girişimdir. Yasalarımızın vatandaşlarımıza hak olarak sunduğu 10 hafta altındaki kürtaj uygulamasının “cinayet” olarak tanımlanmış olmasından duyduğumuz rahatsızlığı dile getiririz. Kürtaj cinayet değildir: Bu güne kadar binlerce vatandaşımız, sosyal ve ekonomik açıdan uygun durumda değillerken oluşmaya başlayan gebeliklerine, yasaların onlara verdiği hakka dayanarak ve kendi istekleri ile son verdirmişlerdir. Yurttaşlarımız bu hakka kavuşmadan önce, yani kürtaj yasakken istenmeyen gebeliklerin, şimdiki gibi hastanelerde ve gerekli sağlık koşullarına sahip yerlerde değil, köşede bucakta, bilgisiz kimseler tarafından rahime olmadık maddeler sokularak sonlandırılmakta olduğunu ve bu tür girişimlerin sıkça anne ölümleri ile sonuçlandığını hatırlatmak isteriz.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Türk Tabipleri Birliği-İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Yönetim Kurulu
Türkiye Maternal Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği Yönetim Kurulu
Türk Jinekolojik Onkoloji Derneği Yönetim Kurulu
Türk Perinatoloji Derneği Yönetim Kurulu
Türk Ürojinekoloji ve Pelvik Rekonstrüktif Cerrahi Derneği Yönetim Kurulu
Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği (TSRM) Yönetim Kurulu
Üreme Tıbbı Derneği (ÜTD) Yönetim Kurulu
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği- İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu

Hiç yorum yok: